"Her yalnız âşık değildir; ama her yanmış aşkın kuytusunda yalnızdır. Ateşinden değil ateşsizliğinden yanmışım diyorum. Ey aşkın sesi, nefesi gel bir an evvel. Dinsin artık kıyametin gürültüsü."
"Başımı kesip kör kuyuya atsalar... Şah damarımdan oluk oluk kanı akıtsalar... Dokuz yurda tenimi lime lime dağıtsalar... Yedi çakal sürüsü vücuduma saldırsalar... Kırmazdı acılar beni, yorardı belki teni. Özümsün, özümle ararım MevIâna'm seni. Yemin ederim ki ölümümün gözlerinin önünde olmasını isterdim. Gör ki aşk için ölmek ne demekmiş."
Aşk, bedene değil ruha duyulursa aşk olur. O sebeple aşkın cinsiyeti olmaz. Kimi zaman bir sohbettir aşk, kimi zaman yoldur aşk, kimi zaman ise yolculuğun ta kendisidir. Mevlana Şems arasındaki bağı anlatan muhteşem bir kitap serisi. Aşkı bulanlara selam olsun…
Diğer mutasavvıflara kıyasla Şems ve Mevlana benim için oldukça değerli. Din anlamında bir değerden bahsetmiyorum. Aksi halde, kendini fıkıh ve kelam gibi ilimleri anlamaya adamış kişileri daha önemli bulabilirsiniz. Çünkü bunlar dini, din vasıtası ile dinin tanrısını anlamanın temel yoludur. Şems de bu ilimleri erken yaşta öğrenmiştir ancak bu ilimler onun için araçtır. Allah sevgisine götüren yoldur. Mevlana'nın kendisini kitap okumaya kaptırmasını da çokça eleştirmiştir keza. Onlar için aşk ilk sırada gelir. Ibn Arabi'nin dediği gibi, ilim yalnızca akılla öğrenilemez.
Fakat ben, iki velinin tek bir ruh oluşturmasını seviyorum. Birbirlerinin ruhunda kayboluyorlar. Bir bütün oluşturuyorlar ve muhtemelen bu da aşklarını ikiye katlıyor. Insan-ı Kamil sıfatı tek bir kişiye atfedilirken, iki sufinin ilişkisi sayesinde bir ruh olmalarına da uygun buluyorum.
Kitaptaki tek sıkıntı, noktalama işaretlerinin eksikliğiydi. Bu da anlam karmaşasına neden oluyordu ara sıra. Mevlana ve Şems'e ilgisi olanlar için güzel bir kaynak. Yorucu da değil içerdiği derin anlamlara kıyasla.
Kimya Hatun'un babası vefat edince annesi Kerra, Mevlana ile evlenir. Hayatları Konya'da geçer. Mevlana'nın üvey kızı olan Kimya Hatun'u konu alan kitap çocukluğuna, gençliğine ve hayallerine yer verir uzunca bir bölüm. .
Mevlana'nın verdiği terbiye ile büyüyen ve tertemiz yürekle aşkı arayan Kimya Hatun, beşeri aşkı bir kenara bırakarak Şems-i Tebrizi vasıtasıyla ilahi aşka ulaşıp Şems ile evlenir. Bu evlilik Kimya Hatun'un hastalığı ve daha sonra da vefatı üzerine çok kısa sürse de akıllarda kalan gerçek aşkın ne olduğu, yaşadığımız aşkın hayatımızın neresinde ve nasıl durduğudur.
Veysel Karani'nin Peygamber Efendimize olan aşkını öyle hüzünlü öyle derinden anlatıyor ki Sinan Yağmur, etkilenmemek, bu aşk yolculuğunun içinde kaybolmamak, duygulanmamak elde değil. Veysel Karani kör ve yatalak olan annesine tek başına bakmaktadır. Bir gün peygamber efendimizin yakınlarına geleceğini duymuştur. O'nu o kadar çok görmek istiyordur ki ama annesini bırakacağı kimse yoktur. Bu peygamberimizi görme aşkını annesi evladının yüreğinde hissedip, gitmesi için Veysel Karani'ye ısrar eder. Veysel Karani uzunca yolları geçip, gideceği yere vardığı vakit, peygamberimizin oradan ayrıldığını öğrenir. Vakit kaybetmeden çabucak annesinin yanına geri döner Peygamberimizi görememenin hüznünü yaşarken, bir gece rüyasında Peygamber Efendimizin ona hırkasını hediye ettiğini görüyor. Annesine böylesi güzellikte bakan, onu bebekler gibi besleyen Veysel Karani'ye gerçekten de peygamberimiz hırkasını hediye bırakıyor.
Yıllar öncesinde bu kitabı okumama rağmen, o aşkın güzelliği, o annenin hayır duasını ve Veysel Karani'nin Peygamberimize olan gönül bağını hâlâ yüreğimde hissedebiliyorum.
Evet, belki bulunduğumuz ortam ve o ortamdaki insanlar hayatımızı etkiler fakat, okuduğumuz kitaplar da hayatımıza mutlaka yön verir. Bu kitaptaki aşka yolculuk, bizim yolculuğumuzun nereye gittiğine, gideceğine, gitmesi gerektiğine yön verebiliyor fazlasıyla.