"Rabia'ya, onlar, kendisinin henüz girdiği bir yolun karşı köşesini dönüp giden insanlar, biraz sonra göremeyeceği, işitemeyeceği geçiciler gibi geldi."
Konusuyla da şiir gibi yazılmış bir kitaptı. Özellikle tasavvufa dair vezinle yazılmış bir kıssa gibiydi. Esas karakter olan Rabia'nın, değişen hayat şartlarına ilişkin olarak sanata bağlanışını, karakterinin oluşmasını ve tanıştığı farklı ruh renklerindeki insanlar sayesinde karakterinin son şeklini almasını konu edinmiş.
Şahsen bana, Rabia'nın çocuk bedenindeki olgun ruhundan, Vehbi Dede'nin insana verdiği ilahi huzur ve asudelikten ziyade, Tevfik'in sıcak kahverengi gözleri, habislikten uzak zihni tesir etti.
Böyle kült bir eseri bu yaşımda okuduğum için kendimi geç kalmış addetmiyorum. Hatta bir on sene sonra, gelişmiş olan benliğimle tekrardan okuyup alamadığım, kaçırdığım tüm o hisleri yakalayabilmek isterim.
Halide Edip Adıvar tarafından, Kurtuluş Savaşı'na neden olan ön nedenler, bu yıllarda neler olduğu, işgale karşı direnişin iç cephesi anlatılmış kitapta. Bu kitap objektif tarih kitaplarından farklı olarak Halide Edip'in gözünden, bizzat deneyimlediği olaylardan oluşmaktadır. Bu da kitabı bence hem daha ilginç hem de daha sürükleyici ve merak uyandırıcı yapmıştır.
Kendi anılarından bahsettiği bir kısım da dikkat çekici. Kısaca eklemek isterim: Travmaya binerken azınlık olan biletçinin Türk kadınlarını tartaklıyor ve sövüyor. Yaşlı bir kadın için araya giren Halide'de bu saldırıdan nasibini alıyor. Fakat bu olay esnasında arkalarda duran bir Türk, hemen olaya müdahale ediyor. Elini cebine atıp biletçiyi vurmakla tehdit ediyor.
Bu kısa anının özetinde dikkat çeken kısım ise o zamanlar Türkler'e silah verilmediği.
Bu yazarla ilgili birçok şüphe dedikodusu dolanmakta ancak kitap fikrinizi tamamen değiştirebilir. Bir kadın olarak tehlikeye aldırmadan, bir anne olarak da çocuklarından ayrılmayı işgale yeğleyerek batı bölgesinden Anadolu'ya kaçış süreci oldukça etkileyiciydi çünkü.