"Onun anlayışına göre aşk, apansız gelmeli, altın veya gümüşün tasfiyesi zamanında kıvılcımlar saçarak gözü kamaştırmalı ya da göklerden inen bir kasırga hâlinde benliğimizi altüst ederek irade kuvvetimizi hazan yaprağı gibi koparmalı, bütün depreşmelerimize karşı kalbimizi sürükleyip kendi girdabına atmalıydı."
Madam Bovary, ilk ismiyle Emma, kitabın ellili sayfalarında kocasından memnun kalmadığını söylüyor. Monoton hayat canını sıkıyor kadının. Mösyö Bovary ile evlenmeden önce de evliliğe koşuyor ve babasının evindeki hayatından yakınıyordu. Ondan önce de babasının evini özlüyor ve gittiği manastır hayatını yeknesak buluyordu. Sonuca gelince ise evlenip de merakını giderdikten sonra bu kez en başa dönüp manastırı özlemle anıyor.
Ellinci sayfadayken bunları not ettim ancak devamının da benzer olacağını düşünüyorum. Hayatını kendi iradesiyle yaşayamayan bazı insanları hiçbir değişiklik tatmin etmez. Bazı kişilerin, kadını bu konuda nankör veya aç gözlü olmakla yerdiğini gördüm ancak bu saygı duyulması gereken bir durum. Böyle insanlar bir hafta Paris'i gezer ardından sıkılıp üç hafta köy evinde yaşar. Bu günümüz dünyasında ekonomik özgürlüğü olan insanların yaptığı alışılagelmiş bir tavır. Bazı insanlar bir sırt çantası ve bisikletle dünyayı geziyor. Madam Bovary, kadınların babasının istediğiyle evlendiği, ailesinin istediği, genellikle dini okullarda, eğitimi aldığı bir döneme denk geldiği için şanssız kimselerden. Daha gencecik birisi ve ne kendini ne de insanları tanımadan seçim yapmaya zorlanıyor.