"Söz gelişi benim gibi sıradan insanlar ise ne yapacaklarını bilmezler, ellerinden bir iş gelmez; onlara kalan tek şey, büyük toplumsal akımların varlığını hissetmek ve bu akımlara kapılarak sürüklenmektir."
"Açlık, soğuk, korku, bellerini büken çalışma yükü çığ gibi ezip geçiyor zavallıları; bir fırsatını bulup insan olduklarını, insanla hayvanı birbirinden neyin ayırdığını, hangi amaç için yaşadıklarını düşünemiyorlar."
Çehov'un öykülerini yazdığı ikinci kitabı da birincisiyle aynı derecede akıcı ve keyif vericiydi. Hikayelerin konusu ise ağır ve romantizme kayıyordu. Elbette Tifüs hastalığıyla savaşmaya çalışan bir askerin öyküsü ise romantizmden çok uzaktı. Bu tür öykülerini şahsen daha fazla seviyorum yazarın. Rus edebiyatının romantizmi benim alışık olmadığım bir alan. Bu kitap için değil ama genel olarak sadakatsizlik, hastalıklı ruh hallerinden çıkamayan kadınlar ve zampara erkekler çevresinde dönüyor Rus romantizmi. Bizim yerli klasiklerimizde de bu konuya çok rastlanıyor ama en azından bizimkilerde ilgi çekici ve merak uyandırıcı sosyolojik konular da işleniyor. Diğer yandan bu edebiyatta bir boğuculuk var.
"Sanki yaşam, işlerini tıkır tıkır yürüten milyonlarca insan arasından beni seçmiş; işe yaramaz, beceriksiz, kötü bir adam olarak yalnızlığın kucağına atmış..."
Anton Çehov'dan Martı kitabını okumuştum birkaç hafta önce. Bu kitabı neden yazmış, diye düşündüm ama kesin bir sebebi yok gibiydi. Yine de benim en sevdiğim kitaplar amaçsızca yazılanlardır. Bir mesaj içermeyen, yazarın özgürce düzenlediği, kimisine anlamsız ve tuhaf gelen yazınlarda ilgi çekici bir yan var. Öyküler kitabının ilk cildini okudum. Içinde birbirinden farklı konularda yazılmış, kimisi uzun kimisi kısa, birçok hikaye vardı. Bu hikayelerden en çok beğendiğim 'Adsız Öykü' kurgusu oldu. Manastırda bir arada yaşayarak ibadet eden bir grup dindarı merkeze alan bu öyküde, açık bir mesaj vardı tabii Martı kitabına kıyasla. Yine de aynı yazarın elinden çıktığı anlaşılıyordu. Manastırdaki bu dindar güruhun arasına bir yolcu gelir ve onlara, manastıra kendilerini kapatarak diğer insanların dinden uzaklaştığını ve şeytanla bir arada yaşadığını görmezden geldiklerini söyler. Yiyip içerek tasasız bir şekilde kendilerinin de bir işe yaramadığını imâ eder. Baş rahip bu sözleri haklı bulur ve yolcuyla birlikte kasabaya iner. Kasabada gördüğü her türlü eğlence ortamı, ona göre şeytanın tasarısıdır. Kasabalı insanların eğlence hayatını geri döndüğünde diğer keşişlere anlatarak dert yanar. Ancak sabah uyandığında manastırda tek bir keşiş bile bulamaz. .d
Toplamda on farklı davadan oluşuyor serinin bu kitabı. En çok Frances Carfax'ın Gözden Kaybolması olayının anlatıldığı beşinci bölüm hoşuma gitti. Zengin bir ailede doğmuş ancak tüm malı mülkün erkeklere bırakıldığı bir zamanda yaşama şanssızlığına maruz kalmış genç bir kadına, yalnızca birkaç parça mücevher miras kalıyor. Elinde bulunan az parayla sürekli otellerde konaklıyor. Tabii ki yalnız kadınların parasını çalan bir çiftin gözünden kaçmıyor bu durum. Bir gün Sherlock bu olayı duyduğunda arkadaşı Watson'ı Ingiltere dışına gönderiyor. Buradaki işin eğlenceli kısmı ise aslında arkadaşı Watson'ın neler yapabileceğini merak etmesi ve bu sebeple bahaneler uydururak onu bu davaya yalnız göndermesi. Arkadaşı iz peşinde gezerken Sherlock, en doğru zamanda onu kurtarıyor ve olaya müdahil oluyor. Birlikte kadının nerede olduğunu bulmaya çalışmaları oldukça ilgi çekici ve sürükleyiciydi.
Kahramanlar şiirin hikayelerin dilinde büyür ve çoğalıtlar.onlar ki hayatın tokatlarını yiye yiye beslenirler .yılların üzerine ne çekersen çek ayakları hep dışarıdadır... bakalım ne kadar üşüyecek ayaklar ve kalem ... tebrikler ...
Hayat keşke hep aynı baksa, elleri aynı koksa saçlara bulaşan rüzgar hep aynı yönden esse . Keşke .... ömrün merdivenlerini çıkarken mecburiyetler iz bırakır aslında ... Gerçek bir hikayeden kaçmış cümleler zamanla kitaba dönüşür bence . Hayırlı olsun ,yolun açık olsun diyelim o halde bizde .bakalım daha neler olacak ;)
Kokusuna alıştığınız bir insanı unutamazsınız. Aranıza mesafeler ya da ayrılıklar girebilir. Yüzünü unutmuş olabilirsiniz, sesini de… Ama kokusunu unutamazsınız.
Öncelikle Arsen Lupen'in karşısındaki, bildiğimiz, alışık olduğumuz Sherlock gibi gelmedi bana. Maurice, sanki bambaşka birini yaratmış gibiydi. Aynı şey Watson için de geçerli tabii. Onları kendi bakış açısıyla değerlendirip yazmış olmasına rağmen oldukça akıcı bir şekilde çözüyordu gizemleri. Sherlock'u anlatan bir kitap yazsa, yazarının farklı olduğunu anlamak biraz zor olurdu gizem yönünden. Kitapta farklı konular ve karakterler vardı ancak Herlock ve Arsen Lupen değişmiyordu. Olayların birbiriyle bağlantısı ve ikisinin çatışmasını okumak müthişti. Amatörlükten uzak bir şekilde birbirlerini kovalamaları ve hangisinin kazanacağını bilememek eğlenceli kısmıydı kitabın. Diğer iki kitabı gibi bu da hayal kırıklığına uğratmadı. Henüz Arsen Lupen ile ilgili bir şey okumayan, özellikle polisiye ve Sherlock sevenlere şiddetle öneririm Maurice Leblanc kitaplarını.
"Eğer yaşamak kelimesinin mânası her şeyden mahrum olmak ve ıstırap çekmekse, her an küçülmek ve bunu nefsinde her lâhza duymaksa, bir türlü aşamayacağı bir çemberin içinde durmadan çırpınmaksa, şüphesiz ben de, benimkiler de en derin şekilde yaşıyorduk."
"Ellerimizden kum taneleri gibi akıp giden zaman asla geri gelmez. Zamanı erken yaşlardan itibaren akıllıca kullananlar zengin, üretken ve doyuma ulaştıkları bir yaşamla ödüllendirilir."
Son derece ünlü ve işinde başarılı bir avukat, sağlığının git gide bozulmasıyla doğal olarak normal insanlar gibi ölmek istemediğini fark ediyor. Hayatta kalmak ve eski sağlığına kavuşmak için de yıllardır yaşadığı hayatın stresinden kurtulması gerekiyor. ~~ Kişisel gelişim kitapları pek benlik değil. Karşısında tek tip okur varmış gibi herkeste aynı tavsiyenin aynı etkiyi uyandırmasını beklerler. Verilen hayat tavsiyeleri herkesin bildiği ama hayatına uygulamadığı şeyler oluyor genelde. Kitabın ismi zaten bende ön yargı uyandırmıştı okumadan önce bile. Zenginliğin tadını almış birisi bir gün uyanıp her şeyden vazgeçiyormuş, biz de onun hayatını okuyup örnek almalıymışız. Birincisi, gerçekçi değil. Ikincisiyse, zengin insanların parayı ve lüksü kötülemesi de ayrı yapmacık. Sanki dünyada mutlak doğru olan yalnızca fakirlerin mutlu olduğuymuş gibi. Tabii bu kişisel görüşüm. Yazarla aynı ya da benzer fikirde olup, kitabı okuduktan sonra hayatı için önemli kararlar alacak olanlar da vardır. Kişisel gelişim sevenler için uygun bir kitap. Çünkü oldukça sade ve anlaşılır.
Haklı olduğu halde münakaşayı terkedene, cennetin en yüksek yerinde ev inşa edilir. Haklı olmadığı halde münakaşayı terkedene cennetin ortasında ev inşa edilir.