"Ordinov hasretle beklenen bir misafir gibi bekliyordu ölümü. Çünkü uyanır uyanmaz içindeki coşku, istek ve etkiler birbirleriyle o denli şiddetli bir kavgaya girmişlerdi ki, hayatı bu hızlı yürüyüşle son bulacak gibiydi."
Konusundan özetle bahsedecek olursam aşkın, bencilliğin, zaman içinde değişen insani duyguların gelişimini gözleyebileceğiniz ama karakterlerin arasındaki ilişkiyi kesin olarak saptayamayacağınız tuhaf bir hikaye.
Dostoyevski, diğer kitaplarından daha farklı bir tarz ortaya koymuş olsa da özellikle karakterlerinin karamsarlığı hep aynı. Derinliği ve yabansılığıyla aklımı meşgul edecek türde bir kitap. Karşıma çıktığı için memnunum.
Dostoyevski seven herkese bu kitabını da tavsiye ederim.
Dostoyevski'nin toplumsal hicvini simgesel bir hikaye içinde verdiği akıcı bir eserdir. Toplum içindeki farklılıklar, özellikle ekonomik anlamdaki statü farkları kapsamında insanların yeni fikirlere tepkilerini ortaya koyar. İki yüzlü karakterimiz, kendisinin yenilikçi olduğunu iddia ederek hümanizmi destekler. Ancak üst sınıftan birisi, hümanizm anlayışını ne şekilde hayatına dahil edebilir ve bu görüşünde ne kadar samimi olabilir? Kitap, bu sorunun cevabını ve karakterin kararının insanlar üzerinde yaratacağı beklenmedik ve “tatsız” etkiyi anlatır.
Aldatıldığını düşünen bir adamın, utancından dolayı kimliğini gizleyerek 'başkasının karısı' olan bir hanımefendiyi takip etmesiyle geçiyor tüm kitap.
Kadın belki aldatıyor ya da aldatmıyor. Bu esas konu olsa da kitap boyunca insanların birbirlerini aldatıp ahlaksızlıkla suçlamalarının aslında altı boş bir itham olduğunu anlıyorsunuz. Sanki çok basit bir hata yapılmış gibi kimse tepki vermiyor. Sadece lafta suçlamalar yapılıyor. Suçlayan insanlar da bu ahlaksızlığın parçası olmasına rağmen hiç alınmıyorlar, kötü hissetmiyorlar. Öyle tuhaf bir toplum oluşmuş.
Kitapta yer alan karakterlerin çoğu tek tip kişiliğe sahip gibiydiler. Hepsinde aynı istikrarsız düşünceler, aynı delilik alameti davranışlar vardı.
Sara hastası Prens Mişkin'in zihninin böyle karışık ve zayıf olacağını baştan anlamıştım ancak güçlü duran diğer karakterlerin de hasta prens gibi çılgınca tutumları olacağını öngörememiştim. Isterseniz kadın karakterleri inceleyin, isterseniz de yardımcı karakterleri, hepsinde bir takım sorunlar var. Nedensizce davranışları ve anlık dürtüyle hareket edişleri aslında çok gerçekçi geliyor.
Mesela biriyle evlenmeye karar veriyorsunuz ama düğün sabahında kaçıyorsunuz. Kaçtığınız insanı bırakıp tekrar önceki kişiye dönüyorsunuz. Ya da başka bir olay da karakterlerin sevgisinin hızla değişmesi. Prensten nefret eden ve düşmanı olduğunu düşündüğünüz karakterler aslında en iyi dostu olabiliyor. (Elli sayfa sonra prensi öldürmeye çalışacaklarını da atlamamak lazım.)
Kimsenin ne olduğu belli değil kısaca. Kim aşık, kim maşuk ve kimin hikayenin kötü adamı olduğu tamamıyla bir gizem.
Bu noktada, Rus edebiyatında genellikle gördüğüm realizm akımının bile dışına çıkıldığını fark ettim. Insan psikolojisi için de mükemmel örnekler oluşturacak karakterler yaratmış Dostoyevski.
Bu kadar gerçeğe yakın romanlar hep etkilemiştir beni. Belki de sorun sadece biz erkeklerdedir. Yanlış kadını sevme huyumuzdandır her şey. Sadece çekici ve kadınlığını ön plana çıkaran kişilere hayran olmamızdandır. Prens de sıradan bir erkek gibi Nastasya'nın güzelliğinden büyülendi. Nastasya onu ne kadar reddedip parmağında oynatsa da hep onu sevdi. Bu yüzdendir ki hayatının aşkını kaybetti.
Özette anlatmadığım çoğu olay var tabi. Ippolit Terentyev'li bölümler büyük derinlik içeriyor mesela. Kitap 800 sayfa olsa da akıp gidiyor. Bu kitabın ana fikri budalalıktır tabi ki. Ama kahramanın hasta olması, kendini yetiştirmiş olmasına engel olmamıştır. Çok geniş bir birikimi vardır prensin. Bu bilgi birikim yine de yanlış karar vermesine mani olamamıştır. Kitabı bitirdiğinizde onun adına üzülürsünüz, Aglaya ile evlenseydi sonuçlar ne olurdu diye düşünürdünüz. Kötü sonlu kitaplar daha büyük duygu patlamalarına sebep oluyor. İsmiyle ana fikri bu kadar örtüşen o kadar fazla kitap yoktur sanıyorum.
Kendimi bulduğum karakter Parfen Rogojin idi. Belki onun kadar bir kadına ilgi duyduğumdan ve beni pervane etmeye çalışmasından. Bu karakter çok sabırlıydı bana kalırsa. Son ana dek Nastasya'nın onu sevebileceğini düşündü hep. Evlilik töreninden Nastasya'nın istemesiyle onu kaçırdığında belki de dünyanın en mutlu adamı olmuştu. Nastasya'yı eve götürdüğünde neler olduğunu anlatmamış Dostoyevski ama anlamak çok da zor değil. Karakteri oturmamış biriyle kadın veya erkek, çileden çıkarsınız illa ki. Çileden çıkmak demek cinayet işlemek demek değil. Ama demek ki son kuşu da kaçırmış avucundan Parfen. Umarım kimse bir kadını onu öldürecek kadar çok sevmez..
Birkaç kez daha okumaya karar verdim bu klasiği. Ben de müthiş duygular uyandırdığı kesin..
Dostoyevski bu kitabı 25 yaşında yazmış ve ilk eseri olarak adlandırılıyor. "İnsancıklar" kitabı aslında diğer kitaplarında da çokça karşılaştığımız yoksulluk, hüzün, sefalet, beş parasızlık, özguvensizlik ve kıyıda köşede hissettirilen aşk konuları fazlasıyla ön planda.
Kitabın asıl adı "Zavallı Yoksul İnsanlar"mış, bunu da şimdi öğrendim. Makar ile Varvara'nın birbirlerine yazdıkları mektuplardan oluşuyor tüm içerik. Yoksulluğun pençesinde olan bu iki kişinin yaşadığı aşk da tam anlamıyla bir çaresizlik diyebiliriz. Fedakarlıklar, dramlar ve o kadar acı içeriyor ki...Okurken resmen yüreği sızlıyor insanın. Mesela bir mektubunda yamatmaktan aşınan çizmelerinden bahsediyor Makar, bir diğer mektuplarında ise okudukları kitapların tahlillerini yapıyorlar karşılıklı.
Yazar o dönemin şartlarını çok iyi yansıtmış herzaman ki gibi. Keyifle değil de biraz içiniz burkularak okuyabileceğiniz kitaplardan. Ağır bir dili yok, anlatımı ise sade akıcı.