Gokhan_ak

@gokhan_ak
Üye
calendar_month Kasım 2024 tarihinde katıldı
İncelemeler
@gokhan_ak
İnceleme
26 gün
Kaygı ve korkularımızın bizi köleleştirmesine karşı bir dialog
“Tanrım bana değiştiremeyeceğim şeyleri kabul etme gücü, değiştirebileceğim şeyleri değiştirme cesareti ve bu ikisi arasındaki farkı anlayabilme sağduyusu ver.”

Reinhold Niebuhr'un bu güzel sözü, kitapta anlatılan fikirleri öyle güzel özetliyor ki, incelemenin başına bu alıntıyı koyarak başlamak istedim.

Eser de dikkatimi çeken ilk şey; Epiktetos'un eserini yaklaşık 2000 yıl önce yazmış olmasına rağmen, o dönem insanların gündelik telaşlarına dair anlattıklarının bugünün insanında da aynen var olması oldu. İnsanların hayatları, yaşadıkları şartlar, aletler, sistemler, teknolojiler değişse de hayata dair amaçlarımız, kaygılarımız, arzularımız ve beklentilerimiz neredeyse aynı noktada kalmış. Evet dünya değişmiş ama biz değişmemişiz. Beklentilerin, dertlerin, acıların ismi değişmiş ama bizde uyandırdıkları duygular aynı kalmış.

Epiktetos'un kitabında önemli bir yer verdiği ve günümüz insanını da oldukça yoran önemli bir problemle başlamak istiyorum. Yani hayata dair "kaygı ve korkularımızla". İnsan, elbette endişe eden bir varlıktır. Hayatın metalaşması, başarının en büyük amaç haline gelmesi ve toplumsal bazı şartlanmalar günümüz insanını oldukça kaygılı hale getirmekte. Şuan toplumda %18 gibi yüksek oranda insanın hayata dair aşamadıkları kaygılara sahip oldukları bilinmektedir. Günümüzde artık gelecek kaygısı, ölüm korkusu, çaresizlik hissi hiç olmadığı kadar yoğun yaşanmaktadır. Bunun sebepleri üzerine çok şey söylenebilir. Burada daha çok Epiktetos'un çözüm önerileri üzerine duracağım.

Epiktos'a göre hayatta iki tip olay vardır. Elimizde olanlar ve elimizde olmayanlar. Elimizde olan ve değiştirebileceğimiz şeyler, tamamen bize ait olup sahip olduğumuz tek şey olan; irademizdir. Değiştiremeyeceğimiz şeyler ise; diğer insanların bizim hakkımızdaki görüşleri-hareketleri, maddiyat, gücümüzün yetmeyeceği her türlü olay, felaket ve durumdur. Epiktetos, irademiz dışında gerçekleşen şeyler için kaygı duymamız gerektiğini, ne kadar endişe edersek edelim bunları değiştiremeyeceğimiz söylemektedir. Bizim asıl düşünmemiz gereken şey, değiştirebileceğimiz şeylerdir: Yani irademiz. İnsan ne kadar kaygılı ve korku dolu olursa o derece kendisini kısıtlamış olmakta ve özgürlükten uzaklaşmaktadır. Korkularımız en büyük hapishanemizdir. Akıllı bir insan korkusuz olmalı yalnızca içinde bulunduğu an'ı yaşamalıdır. Kaygı ve korku varken zenginlik, mevki, aşk, aile sahibi olmak hatta kral olmak bile insanı köle yapmaktadır. Sadece düşüncelerimiz bize aittir. Sahip olduğumuz metalar bize ait değillerdir. Onlara bağlanmak bizim yaşama amacımız değildir, her türlü maddi şeye bağlanmaktan ve onları arzulamaktan kaçınılmalıdır. İnsan bu hayatta sadece kendisine güvenmeli, en büyük yardımı Tanrı'dan beklemeli, diğer insanlardan bir şey beklememeli ve onlardan gelen her şeye sabırla göğüs germelidir.

Epiktetos, kaygı ve korkunun temeline de inerek, bu duygularımızın temelinde arzularımızın yattığını söyler. Beklentilerimiz bizi peşine takarak bir ömür koşturmakta, adeta özgürlüğümüzü elimizden almaktadır. Peki ne için? diye sorar. Bu hayatta bir ömrü harcayacak kadar değerli olan şey nedir? Hangi arzumuz bizi köle kılacak kadar kıymetlidir? Karşılıklı dialoglar halinde bu sorulara cevap vermektedir: Arzulamak, insanı mutsuz kılmaktadır. Kaygılarımızın ve korkularımızın sebebi arzularımız, değiştiremeyeceğimiz şeylere karşı gösterdiğimiz direnç ve hayata dair yanlış bakış açımızdır. Eğer hayatı doğru şekilde yorumlar ve gereksiz şeyleri arzulamazsak, hayatımızı kaygılarımızdan arınarak doğru ve gerçekten özgür olarak yaşayabiliriz.
Yazar, bizi kaygılandıran en önemli olaylardan birisi olan ölüme dair ise bir trajedi değil, yaşanması kaçınılmaz bir hakikat olarak yaklaşmıştır. Bu noktada Epiktetos'un ölüm ve yaşama dair görüşlerinin oldukça spiritüel hatta dinsel olduğunu söylemeliyim. Zira filozof, ölümün bir son olmadığını ve bir dönüşüm olduğunu söyleyerek insanı ölüme bakış açısını değiştirmeye çalışmaktadır.

Epiktetos, bu fikirlerinin adeta yaşayan birer temsilcisi olan Sokrates ve
Diyojen'i pek çok yerde örnek vererek onların yaşadıkları bağımsız hayatı anlatmaktadır. Filozof'un anlattığı bu örnek yaşamlar günümüz insanı için de oldukça büyük bir problem olan kaygıya dair değişik bir bakış açısı sunmaktadır. İnsanın dünyada ki biricik amacı: Tanrı'ya mutlak bir bağlılık ve onun yaratış amacına uygun şekilde yaşamak, kaygıdan ve korkudan kurtulmak, iyi ve dürüst bir insan olarak her ne yaşarsak yaşayalım etkilenmeden hayatımızı devam ettirmektir. Eserde anlatılan yaşam tarzı stoacı ahlak anlayışının tam bir resmini çizmektedir. "İyiliğe ve erdeme adanmış bir hayat" yazara göre yaşanmaya değer tek yaşamdır. Bunu felsefi örneklerle genişletmiş, gündelik hayatta karşımıza çıkması muhtemel pek çok senaryoyu ayrıntılı şekilde açıklamıştır. Eserin, genel anlamda hayatta başımıza gelen olayları doğru yorumlamak ve ne şekilde düşünmemiz gerektiğine dair bir fikir atlası olduğunu söyleyebilirim. Şahsım adına oldukça istifade ettiğimi belirtmeliyim. Bazı görüşler günümüzün modern dünyası için biraz ütopik kaçsa da yine de okunması gereken bir eser olduğunu düşünüyorum.

Keyifli okumalar dilerim.
Söylevler
Epiktetos - Şule Yayınları - 2019
@gokhan_ak
İnceleme
26 gün
Jack London'ın gerçek yaşam hikayesi
İnsan aşk için neler yapabilir?
Bir insan bilgiye ulaşmak için ne kadar çaba harcayabilir?
Herkes sana "yapamazsın" dese de kendine inanarak devam edebilmenin sırrı nedir?

İşte tüm bu soruların cevabı iki kelime de özetlenebilir: "Martin Eden"

Jack London'ın yaşadığı dönemde bugün olduğu gibi sanat, edebiyat ve kitaplar herkes için değildi. Sadece seçkin bir kesimin yani burjuvaların hizmetine ve beğenisine göre tasarlanmış bir sanat anlayışı hakimdi. Eğitim, sadece seçkin bir kesimin emrindeydi, insanlar ya üst neslinden gelen maddi imkanlarla eğitim alarak seçkin bir zümreye dahil oluyor ya da ağır ve zor şartlarda işçilik yapıyorlardı. London'da küçük yaştan itibaren her türlü ağır işte çalışmış; istiridye korsanlığı, boksörlükle, çamaşırcılık, -altına hücum döneminde- altın aramış, cezaevine düşmüş, yeri gelmiş dilencilik yaparak hayatla mücadele etmiş bir insan olarak maceraperest, zorlu bir hayat yaşamıştı. Yaptığı değişik işler ve dünya yolculukları süresince pek çok değişik olayı, farklı insanı ve hayatın acımasız -gerçek- yüzünü görmüştü. Yaptığı gözlemlere göre bir insan dünyada bu ağır şartlar altında çalışmak için gelmiş olamazdı. Bu sebeple daha çok kazanabileceği, aynı zamanda kendisi için bir tutku olan yazarlık mesleğine yöneldi. Bunun için pek çok değişik kitap okudu, eğitimli olmamasına rağmen elinden geldiğince kendini geliştirmeye çalıştı, her türlü felsefi konuyla ilgilendi. Bu sürecin sonunda oldukça kıymetli yazılar yazarak bunları edebiyat dergilerine gönderdi. Bir derginin yazılarından birisini beğenerek 25$ vermesi üzerine yakaladığı motivasyon onu büyük bir yazar yapan kapıyı aralamış oldu.

London'ın yaşadığı döneminde edebiyatın aristokratlar için yapılıyor olması edebi ürünlerin hayatın gerçeklerinden uzak, seçkinlerin hayatını anlatan, mutlu sonla biten bir masallar dünyası haline gelmesine yol açmıştı. London bu anlayışı ısrarla reddederek halkın gözünden, halk için yazılar yazdı. Bu şekilde proleterler için yazı yazan ilk yazardır. Sonuçta hayatın binbir yüküyle mücadele eden insanların trajik yaşamlarını yazdı ve onu her kesimden, her kültürden milyonlarca insan okudu. London aynı zamanda yazdığı edebi metinlerde felsefi bir altyapı sunan ve bu minvalde yazılar yazan da ilk yazardır.

Karl Marx, Herbert Spencer, Friedrich Nietzsche ve Charles Darwin en çok etkilendiği insanlardır. Kitaplarında sosyalizmi çokça anlatmasına rağmen, Nietzsche'nin bireyselciliğini de yansıtmıştır.

İncelemeye London'ın hayat hikayesiyle başlamamın nedeni Martin Eden'in bizzat yazarın yaşamından kurgulanmasıdır. Bunu, yazarın "Martin Eden benim" demesiyle de anlayabiliriz. Martin Eden tıpkı London gibi hayatın zorluklarını çekmiş, kendi döneminde hor görülen bir sınıfa mensup olmasına rağmen sürekli kitaplar okuyarak kendisini geliştirmiş ve yazar olmak için büyük çaba harcamıştır. Tüm bu çabaları da sevdiği bir burjuva kadın için yapmıştır. Martin Eden yazar olmak ve para kazanabilmek için kendini geliştirmesiyle birlikte fikir ve felsefi dünyası da gelişmiş ve değişime uğramıştır. Yalnız eserde Martin Eden figürü London'ın Sosyalist yapısından ziyade bireyselci yapısı ile ön plana çıkmıştır. "Martin Eden bireyselci olduğu için öldü ben ise sosyalist olduğum için yaşadım" diyerek yazar bu durumu kendi tarzıyla ifade etmiştir.

Eserde Martin Eden'in herkesin aksini düşünmesine rağmen kendine inanması, yüksek bir özgüvenle işine sarılıp başarı uğruna vazgeçmeden direnmesi gerçekten takdire şayan bir çabadır. Şüphesiz bunda geçmişte yaşadığı zorlu yaşamın etkisi vardır. O dönem yazarlık yapan entelektüel züppe burjuvaların aksine Martin Eden hayatı her yönüyle görmüş, insanlara ve hayata dair müthiş gözlemler yapmıştır. İlk dönem London'ın hayatında da olduğu gibi pek çok yazısı "üslup" hataları yüzünden yayımlanmamış ya da düzenlenmiştir. Martin Eden eserde başarılı yazarların yazılarını çokça araştırmış ve başarılı olacak tarzı özenle taklit ettiğini belirtmiştir ki gerçekten de London hakkında pek çok yazarın intihal veya benzerlikler sebebi ile eleştirisi söz konusudur.

Eser o dönem dünyanın içerisinde bulunan sınıf çatışmasını bir aşk ilişkisi üzerinden kurgulamıştır. Sevdiği kadını kazanabilmek adına sınıf çatışmasının tam göbeğine düşen Martin Eden, bir yandan hayatın güçlükleriyle mücadele ederken bir yandan da içinde bulunduğu sınıfa yönelen önyargı ve aşağılamayla da mücadele etmiştir. Fakirlik, kimsesizlik, dışlanma gibi olumsuzları haddinden fazla yaşayan kahramanımız eserin ilerleyen kısımlarında tüm bunların üstesinden gelebilecek mi? Bunu da kitabı okuyacak olan okurların merakına bırakıyorum.

London'ın bu maceraperest ve hayatı basit yaşama felsefesi Amerikan Toplumunu ziyadesiyle etkilemiştir. Hatta yine büyük bir yazar olarak addebileceğimiz Charles Bukowski'nin hayatı da London'ın ve eserinde anlattığı Martin Eden karakterine çok benzemektedir.
London'ın alışılmış yazar profilinin dışında birisi olması çok anlamlıdır. Eğitim almamış olması, aristokrat olmaması, halktan birisi olması ve buna rağmen büyük bir başarı elde etmesi o döneme kadar yaygınlaşmış olan sanatın burjuvaların tekelinde olduğu imajını yerle bir etmiştir. Bu başarısı şüphesiz ki kendinden sonra ki kuşaklar için bir motivasyon ve güven kaynağı olmuştur. Bir insan okuyarak, kendini geliştirerek, eğitim almadan, yüksek edebi ve felsefi zenginliğe ulaşabileceğinin canlı bir örneğidir. Bugün herkesin sanat üretebilmesi London gibi adamların varlığının bir sonucudur. Bu açıdan London, edebiyat dünyasına emsalsiz hizmetler etmiş bir yazardır. London'ın hangi süreçlerden geçerek bu başarıyı yakaladığı Martin Eden karakteri üzerinden anlatılmaktadır. Başlı başına büyük bir mücadele, aşk ve felsefi derinlik içeren eseri herkesin okumasını tavsiye eder, keyifli okumalar dilerim :)
Martin Eden
Jack London - İndigo Kitap - 2018
@gokhan_ak
İnceleme
26 gün
Kitabı tavsiye üzerine okudum. Sürekli olarak "şunu bir oku", "kitap çok iyi okumalısın", "kitapla alakalı fikrin ne" gibi arkadaş baskısı sonucu okumaya karar verip daha ilk sayfalarda şaşkınlık yaşadığımı belirtmeliyim. Kitap güzel, anlatım tekrarlar yüzünden cinnet geçirtse de fena değildi amma görüşler yazara ait değil :)

Yani kitapta bahsi geçen fikirler:
1- Epikür
2- Epiktetos
3- Buddha
ve değişimle alakalı görüşler de Herakleitos'a ait. Yazarımız bu felsefecilerin fikirlerini atıf yapmadan kullanmış. Yani her türlü fikir insanlığın mülkü ve kullanımındadır ama hayatını bir felsefeye adayıp ciltlerce kitap yazmış adamların görüşlerini de alıp kendininmiş gibi de kullanmak ne bileyim :)

Kitap içerik olarak Buddha'nın "dünyayı değiştiren zihninizdir", Epiktetos'un "olaylar siz onları nasıl görüyorsanız öyledir" ve Epikür'ün ölüm ve yaşamla alakalı görüşlerinden sentezlenmiştir.

Yazar eserinde tıpkı Hermann Hesse gibi doğu-batı felsefesini sentezlemeye çalışmış, yine günümüzde oldukça revaçta olan stoacı felsefeyi günümüze uyarlamaya çalışmıştır. Bu açıdan başarılı olduğunu söylemeliyim. Okunabilir, insana bazı düşünsel metotlar verebilir ama kitapta anlatılan görüşleri daha detaylı öğrenmek için yukarıda belirttiğim, yazarın fikirlerini alıntıladığı yazarlar üzerinden devam etmenizi öneririm. Keyifli okumalar dilerim :)
Tanrılar Okulu
Stefano D`anna - Sinedie Yayınları - 2016