Artık inanamıyoruz; ama inanana inanıyoruz. Artık sevemiyoruz; yalnızca seveni seviyoruz. Artık ne istediğimizi bilmiyoruz, ama bir başkasının istediğini isteyebiliyoruz. İstemek, yapabilmek ve bilmek eylemleri terk edilmedi, ama bir başkasına devredilerek, genel olarak ilga edildiler. Zaten her halükarda ekranlar, videolar, röportajlar arasında artık yalnızca başkaları tarafından görülmüş olanı görüyoruz. Artık yalnızca görülmüş olanı görmeye yetenekliyiz. Karar verme sorumluluğunu yakında bilgisayarlara bırakacağımız gibi bizim için görme sorumluluğunu da makinelere devrediyoruz.
Odamı dolduran bütün kitapları yakmak… Bu resimleri, bu levhaları ayaklarımın altına alıp ezmek. Neye yarar Hepsi benim içime girdiler. Bende, silinmez, kaçınılmaz, yıkanıp temizlenmez izlerini bıraktılar.
içindeki yalnızlık duygusunu ve azaplı darlığı giderememisti. Hâlâ bir tarafıyla boşlukta yüzüyordu. Kafamla vücudumun arasında ne kadar mesafe var .. Durdu ve düşündü ...
Anlaşılmanın verdiği nefis zevk, bunu en çok isteyenlere yasaktır - çünkü karmaşık, anlaşılamamış varlıkların özelliğidir bu; ötekiler, yani herkesin anlayabileceği basit insanlar ise - onlar hiçbir zaman anlaşılmaya ihtiyaç duymaz...
Artık ne mutlu ne de mutsuzum. Her şey geçip gidiyor. Bu zamana kadar yaşadığım, soğuk bir cehennemi andıran sözde “insan” dünyasında tek gerçek şey bu. Her şey geçip gidiyor.
Ne yapsan olmuyor gözüm Terk etmiyor bizi hüzün Bir macera yaşamak dediğin, Küçük zamanlar harmanı, Sevildiğin, üzüldüğün Hatırlamaktan ibaret hatıralar nihayet Tesellisi çok zor sözün
Ne gemiler yaktım, ne gemiler yaktım! O kadar yandı ki canım Sonunda karşıdan baktım Ne göreyim, kendime yıldızlardan daha uzaktım
Dünyanın esrarını bilememenin acısı, sevilmemenin acısı, haksızlığa uğramanın acısı, hayatın bütün ağırlığıyla üzerimize abandığını, bizi boğduğunu, tutsak ettiğini hissetmenin acısı, diş ağrıları, ayakkabı vurmuş ayakların acısı bizim için ve tabii başkaları ya da genel olarak canlı varlıklar için en şiddetli acı bunlardan hangisidir, var mı bilen
Tuhaf bir andı, ben aşırı samimi ve açık yürekliydim; bir ateş, tuhaf bir heyecan kaplamıştı beni ve ona her şeyi itiraf ettim… eğitim almak, bir şeyler ögrenmek istediğimi, beni bir genç kız, bir çocuk saymasından sıkıldığımı... Tekrar ediyorum, çok tuhaf bir ruh hali içindeydim; kalbim yumuşamıştı, gözlerimde gözyaşları birikmişti - ve hiçbir şey saklamayıp her şeyi anlattım, her şeyi - ona duydugum dostluğu, onu sevme arzumu, onunla bir gönül birliği içinde yaşama, onda teselli bulmak, onu sakinleştirmek arzumu. Bana biraz tuhaf bir şekilde , şaşkınlıkla, hayretle baktı ve bana tek kelime söylemedi. Birdenbire canım çok yandı, hüzünlendim. Beni anlamamış gibi, belki de benimle alay ediyormus gibi geldi. Birdenbire bir çocuk gibi, hıçkıra hıçkıra ağladım, kendimi tutamadım; sanki nöbet geçiriyor gibiydim. Ellerimi tuttu, onlar öptü, beni gögsüne yasladı, konuştu, sakinleştirdi beni; derinden etkilenmişti; benimle ne konuştuğunu hatırlamıyorum, ama ben de ağladım, güldüm ve yine ağladım, kızardım, mutluluktan tek kelime bile söyleyemedim.
Eğlendiğimiz, yiyip içtiğimiz mekânlar, bindiğimiz arabalar, taktığımız mücevherler bizi soylu kılmaz. Soyluluk ötekini işitebilmekten yapılma bir mücevherdir. Soylular, kalplerini bir mücevher gibi taşıyan ve kalpleriyle düşünen insanlardır. Bu ülkenin en soylu insanları, diğerlerinin acısını en çok içinde hissedenlerdir.