Ankara Üniversitesi

Ankara Üniversitesi

3 üye
@zerdali
İnceleme
4 ay
Yaşamasın
‘’Kötülüklere uydukça şansının açılacağını sanma.’’ Mevlâna

"Kötülük etme fırsatı, insanın karşısına günde yüz kere çıkar; iyilik etme fırsatı da yılda bir kere." Voltaire

DCIF yani Danimarka Soykırım Merkezi’nde çalışan dört kadının zalimlikler, bencillikler, kıskançlıklar, sinsilikler ve hainliklerle örülü gündelik yaşamlarında, bir zaman gelir, bir şeyler yokuş aşağı gitmeye başlar, herkes ölüm tehdidi almaktadır. Bu tehditler bir savaş suçlusundan mı gelmektedir, yoksa içlerinden biri mi bu e-postaları göndermektedir?

***

1) DOSTLUK
Kelebek etkisini hepimiz biliriz. Bu kitapta bir karakter var, onun yaptıklarına kelebek etkisi diyemiyorum, at yelesi etkisi olabilir. Ama atları seviyorum, en iyisi dinozor dönüşü etkisi olsun. Zihninizde bir dinozorun aniden arkasından gelen sese bakmasını hayal ediniz, işte o. Kelebek gibi narin at gibi asil bir güzelliğin, bu karakter için kullanımını reddediyorum.

Yıllarca yakın bir arkadaştan öte, ömür boyu süreceğine inandığınız bir dostluk kuruyorsunuz. Her zor anında yanında oluyor, bir insanın ailesinin yapabileceği bir özveriyle destek oluyorsunuz. İnsanlar, yardım ettikleri kişilere karşı sempati duyarmış, belki de sırf sempati duyduğunuz için karşınızdaki insanın sivri hatalarını dahi görmezden gelebiliyor, kara vicdanlı olduğunu zaman zaman başka insanlara olan niyetinden fark ettiğiniz bu insanla arkadaşlığınızı sürdürüyorsunuz. Yanınızda olanın bir gün karşınızda olabileceğini hesaba katmıyor; o, her şey sadece onun hakkıymış gibi davranırken, bu konular hakkında pek düşünmüyorsunuz. Çok büyük davranışlardan bahsediyorum, fark edilmemesi mümkün olmayan türde. Herkese salladığı hançeri, size doğrulmuş görene kadar, görmezden geldiğiniz gerçekler suratınıza çarpılıyor. İşte tam o an inciniyorsunuz. Her insan birçok durumda karşısındaki insanlara, kendi kişiliğiyle ilgili işaretler, ipuçları verir. Kötünün alnında kötü yazmadığı için, bir insanın içinin ne olduğunu ancak zaman gösterir, çünkü her ilişki zaman içinde sınanır. Bu kitapta, zamanın sağır bir kulağa haykırmasını okuyoruz. Kulağınız incinene kadar zamanın size bağırmasını, önünüzde bir torba saman eksik gibi izlemeyin diyor kitap.

Gözünü ancak bir avuç toprağın doyuracağı insanlar var, badem gözlü olduklarından değil aç gözlü olduklarından. Bu romanda gerçekten çok kötü kalpli, kötülüğün bir hakkı olsaydı hakkını dolu dolu verecek türde, ama ne yazık ki dış görünüşünün altına bu kara kalbi gizleyen biri var. Güzelliği, ince beli, sinsi taktikleriyle üzerindeki ilgiyi hep taze tutan, aşırı dikkatli, şeytan bunu uyarırmışçasına fark etmemesi gereken her şeyi fark eden, hesapçı, yakınındaki insanların kendi iyiliklerine olan bir şeyi ilerde onun zararına olabileceği düşüncesiyle hemen kontrol altına alan, çirkef ve baskın bir insan dişisi. Dikkatleri üzerine çekmek için sivrilebileceği her konuyu kullanıp, kurnazlıklarıyla öyle bir anda kendini gösteriyor ki, yanındaki kişi ya da kişiler elleri kolları bağlı, onun izin verdiği sınırlara boyun eğip, bunu da gönüllü yaptıklarını zannediyorlar, ama farkında değiller buna manipüle edilmek deniyor. Bu kötü karakter sözde en yakın arkadaşına ‘’Ben zaten böyle mutluyum’’ inancını alttan alta verirken, pasif olan girdiği ruh hali içinde gerçek arzularına ciğercinin kedisi gibi iç geçiriyor. Bir insana karşı istediğiniz kadar iyi olun, hiçbir kötü niyet beslemediğiniz gibi, onun için defalarca taşın altına elinizi koymuş olun, fark etmez; bazı insanlar okşandıkça iyidir. Siz bir de okşamayı az durdurun ve bakın, o iyi sandığınız insan gerçekte ne kadar iyi?

Bir gün oyun dışı kalabileceği düşüncesiyle, sevgilisine yedek bulunduran, o yedeğe de kapıyı tam kapatmayıp aralıktan ara ara göz kırpan bu karakter, bunları yaparken, en yakın arkadaşının o adamdan hoşlandığını fark edince ne yapar? İnsan olan, o adamla işi olmaması gerektiği için ondan uzaklaşır. Ama olur mu, karakterimiz arkadaşına ‘’Onu elimden almayacaksın değil mi?’’ der. Pardon demez, ne demiştim yukarıda, zaman sağır kulaklara bağırır, en sonunda kulağının zarı patlar herkes de rahatlar. Peki, diğeri ne yapar? Hiçbir şey. Neden peki? Bu kişinin pek çok şeyi hakkı görmesi ve buna inanması bir sorun ama çevresindeki insanların da buna inanması, bu durumu onaylaması çok daha büyük bir sorun. Bir insan eğitim hayatı süresince ve iş hayatı boyunca, bilgisine bilgi katar, insan psikolojisiyle ilgili birçok şey okur, bu alanda eğitimli kişilerle birçok sohbette bulunur da gözüne sokulan parmağı, kulağına bağıran dinozoru bu kadar mı fark etmez? Etmeyebiliyor. Aslında bunlar da laf kalabalığı. Karşındaki vicdansız en yakın arkadaşın sana düpedüz diyor ki, ‘’Ben iki erkekle, bulabilirsem başka yedeklerle nüfuzlu hayatıma devam edeyim, senin hayatında kimse olmasın, çünkü aralarda gelip senin omzunda ağlayabilirim, hep ilgin bende olsun, zaten ben varken sana ilgi gösterilmesine tahammül edemem.’’ Kara vicdanlı, kendi sevgilisiyle geçirdiği bir akşam sonrası da yedektekiyle pasif arkadaşının evli, mutlu, çocuklu olduklarını şöyle bir düşünüp, o düşünceye kıskançlıkla tokadı yapıştırdığı gibi uzaklaştırıyor. Sonra da sevgilisine sarılıp o pasif arkadaşıyla ilgili, ‘’Yazık o hiç böyle şeyler yaşayamayacak’’ diye düşünüyor. Burada alt metin, ‘’Yaşayamayacak’’ değil ‘’Yaşamasın.’’

Kara vicdanlı biriyle başkaları hakkında kötü konuşurken, arkadaşıyla tatlı tatlı dedikodu ettiğini düşünen, onu itaatkarca onaylayan, su-i zanlarını peş peşe sıralarken onunla birlikte gülen arkadaş, aynı kalbin bir gün kendisiyle ilgili kötü hisler taşıyabileceğini, aynı dilin kendisi için kötü sözler sarf edebileceğini hesaba katmazsa, o güzel hislerini eline bir bomba gibi tutuştururlar, pimini de çeker verirler.

Bir insanın dost diyebileceği kaç kişi olur? Eğer bir insan, karşısındakini ara ara su-i zanla süzüyorsa, kalbine bir kötülük gelebiliyorsa, zaten kendisi hislerini bir gözden geçirmeli. Dost; aynı menfaatte buluşmak ya da buluşmamak değildir, samimi bir şekilde bir insana değer vermek, onu sevmek, onun için her daim ağlayabileceği bir omuz, birlikte gülebileceği bir çehre, sessizliğinde içinden geçirdikleri az çok bilinebilecek güvenli bir limandır. Dost, yaralarını bilen, merhem olamasa bile, seninle kanayandır. Dost, kalbindeki sıcak bir eldir. Dost, ne yazık ki çoğu zaman ilk harcanandır. Çünkü bu dünya bir kahve içimlik insanlara, kırk yılını satanların dünyası. Ve son olarak, menfaatleri tersine döndüğünde kuyu kazmayandır eski dost.

***

2) SOYKIRIM BELASI
Kitap iki konuyu paralel işliyor. İlk olarak DCIF’dekilerin iş ve özel hayatları, ikincisi dünya tarihinde meydana gelmiş soykırım örneklerinin yer aldığı olaylar ve bunların hem yapanlarca hem maruz kalınanlarca psikolojik tahlilleri. Ayrıca bir karakterin soykırım düşüncesinden yola çıkarak yazdığı yazılar var ki, müthişti diyebilirim. Bence okuyan insanların kendi hayatlarıyla da şahit olduklarıyla da ilgili büyük bir aydınlanma yaşayacağı metinlerdi. Jungersen’in eline kalemine sağlık. Bizi de Ermeni soykırımcısı yapmış maalesef. Türk köylerindeki masum insanların korkunç fotoğraflarına da baksaydı keşke, tehcirin nedenini nasılını da görmek gerek. Romanda en son Türkiye ile ilgili bir dergi hazırlığına giriliyor, ama tabi ki yanlı. Yahudilerin Filistin Araplarına, Budistlerin Myanmar’da, Çinlilerin Uygur Türklerine yaptıklarına değinse, yani yaşayan tarihe, daha iyi olurdu. Neyse bu bile gölgelememiş kitabı. Yahudilerin maruz kaldıkları bazı detayları öğrendiğimde, Sırpların Boşnaklara yaptığı bazı şeyleri okuduğumda, fiziksel bir bulantı yaşadım. Akla hayale gelmedik kötü eylemler mevcut. Ölümün yaşamaktan hayırlı olduğu anlar var. Onca işkence… Ne uğruna? Yanı başınızda her gün selamlaştığınız komşunuz, öğretmeninizle farz edelim farklı ırktasınız -Allah’ım ne aptalca konular, yazarken bile sıkılıyorum- ve savaş çıkıyor. Sıradan insanların takım elbiselerini çıkarıp birer katile, birer tecavüzcüye, birer insan kasabına dönüşmesine şahit oluyorsunuz. Savaş bitince bu insanlar kanlı üniformalarını çıkarıp tekrar ütülü elbiselerini giyiyor, yaptıklarından rahatsız olmadan yeniden eski yaşamlarına dönüyorlar. Bu insanlardan biri kocanız. Bir sürü sivile acı çektirdiğini bildiğiniz, birçok kadının ırzına geçtiğini bildiğiniz insan… Nazi subayları psikolojik bazı testlere tabi tutulmuş, bilin bakalım sonuç ne? Bunlar akıl hastası falan değiller, sadece benciller, kendilerini daha değerli gören, korkunç insanlar. Deneylerin olduğu sayfalar müthişti. Tabi ki herkes hemen düşman öldürme meraklısı değilmiş, onları makineleştirmenin yolunu bulmuşlar, bu da kurbanlarla iletişim kurmalarına engel olmaktan geçiyor. Birkaç kelime dahi konuşanların bağ kurup, elleri titrediği için, bu işleri yapmak istemedikleri anlaşılıyor. Ölen de insan, ama öldüren de. Empati kalktı mı ortadan, tüm pürüzler kalkıyor. Kaz dev çukurları, bas tetiğe. İnsan gibi görülmemeleri için kafalarını tıraşla, aç bırak, işkence et. Ölüm bir kurtuluş bazı zamanlarda. Faillerin telkin yoluyla ikna olmaları, kitleler halinde hareket etmeleri bende ikiz delilik, paylaşılmış psikotik bozukluk yaşadıklarına dair bir düşünce oluşturdu. O an için doğrusunun öldürmek olduğuna inanmaları...

Dünya tarihi saçma sapan olaylarla dolu. Soykırımlar, saçmalıkları bir yana adı üstünde acılı bir anlamsızlık içeriyor; bir ırkı, bir topluluğu kırmak ne demektir? Neden sorusunun bu kadar boş cevaplara sahip olduğunu bu kadar sık görmek insanın bocalamasına sebep oluyor. Kendisine verilen aklı bu kadar kötü kullanabilen bir varlık daha yok diyecektim aklıma şeytan geldi. Nasıl olsa herkesin öleceği kader-i mutlak olan bu hayatta, ömrünü başkalarının ömrünü kısaltmaya kullanan, bundan rahatsız olmadığı gibi, kendi yanlışını doğru olarak benimsetmek için elindeki bütün kanalları kullanan, en büyük sorunu ruh hastalığı olması değil ahlak bozukluğu ve empati yoksunluğu olan, tırnağı incinse yaygara koparacak türde ama başka bir insanı kurşuna dizerken sigarasından bir fırt daha çekip, işi bittikten sonra güzel bir sosla tatlandırılmış etini bıçağıyla kesip, çatalıyla lokma lokma yiyen, sanki az önce eline kan bulaşmamış gibi dünyaya çeşitli konularda ahkam kesen insanlar var bu cihanda. Bu iğrençleştirilmiş dünyanın toprakları altında yatan nicesinin varlığı ve bu adilerin kumaşını taşıyanlarla aynı havayı soluduğumuzu bilmenin gerçeği, leş kokusu gibi rahatsızlık veriyor bana, çünkü bugün hala bir yerlerde insanlar öldürülüyor, asimile ediliyor, dünya izliyor. Arada da tırnağı kopasıcaların incinen yerleri için kopardıkları yaygaraları izliyoruz.

***

3) MOBBING
Bu kitabın asıl anlatmak istediği, kendisini iyi insan zanneden birinin, iyi biri olmayabileceği. Nasıl mı? Çoğu insan, kendisini kötü ya da bencil olarak nitelemez. Başka insanlara zarar verdiğini düşünmez. Fakat bazıları vardır ki, bir başkasına bile bile zarar verir, bundan zevk alır, zarar görenin serzenişlerine kulak tıkadığı gibi, bunu alır evirir çevirir, ona öyle geri verir ki, zarar gören aldığı darbelerle nefessiz kalır. Bu tür konularda akıl vermenin boş konuşmaktan öteye gitmeyeceğini düşünüyorum. Çünkü bir insanın kalbi karaysa, onunla girilecek bir savaştan sağ ya da galip çıkmak bence mümkün değil ya da çok zor diyelim. Manipülasyon teknikleri kullanan birine, en başta iyiliğimi gör ısrarıyla ve kısık bir tonda konuşmalarda bulunmak mağlubiyetin ilanıdır zaten. Kitapta olan tam olarak bu. Kitabın mazlumu; kötülüğe, zorbalığa maruz kalıp, dışlanıp, arkasından konuştukları kaba ifadeleri duyduğunu bile bile devam edenlere, nazik ifadelerle derdini anlatmaya başladığında ve duyguları boğazında kilitlenip sesi titrediğinde, karşısında gördüğü tepki bunları kafasında kurduğu yönünde oluyor, üstelik son derece acımasız ve yükselen seslerle. Kafası değildir kulağıdır o, kulak uydurur arada. Daha açık konuş, seni anlamaya çalışıyoruz, bir şeycik demezsen biz senin hesabına tahmin edemeyiz gibi ifadelerle, insanın aklıyla oynayıp, bir de eğitimlerini dedikodularına dayanak yapıp, kadına hastalık teşhisi koyabilecek kadar ileri gidebiliyorlar. Bir insan haklı olduğunu bile bile kendinden şüphe edecek, olanlardan sonra kendi değersizliğine inanacak noktaya geldiyse, ruhundaki tahribatı bir düşünün lütfen, acı, çok acı. İşte insan bunlar gibi okumuş eşek olmayagörsün; okuduklarını özümsemeyen insanların ham tavırları, konuşmalarını teorilere dayandırmaktan öteye gitmiyor. Eğitimlerini ve işlerini daha fosforlu görünmekten öteye taşıyamıyorlar. Nobranca, düşük bir ahlakın göstergesi davranış ve konuşmalarda bulunup, karşılarındaki insanın işini kaybetmesi için her şeyi yapabilirken, bunu da sanki onun iyiliğini düşünüyormuş kılıfıyla gizleyebiliyorlar. Bu zalim savaşın silahı ilk patladığında sabretmektir hata. Ya zarar fark edildiği an aynı silahla kuşanıp, aynı sinsilikle karşı konulacak, ya da o kişi azar azar etinizi keserken ölümünüzün hızlı olması için dua edeceksiniz. Çünkü iş yerinde ya da okulda maruz kalınan zorbalığın, mobbingin çok ciddi sonuçları olabilir. Bu kitaptaki karakter üzerinden bu konu o kadar başarılı işlenmiş ki, okurken alkış tuttum, bir yandan da kabıma sığamadım öfkeden. Jungersen çok yetenekli bir yazar, üstelik kültürel birikimini de kitaba çok güzel yedirmiş. ‘’…’Kognitif ahenksizlik’ yardım etmeye çalıştığımız kişilerden hoşlanmamıza, zararımız dokunan kişilereyse antipati duymamıza neden oluyor.’’ (s.538)

Biri birine zorbalık yaparken, kötü olanın iyiymiş gibi algılanması, zorbalığa uğrayanlar, bunu hak ettikleri için onlara kaba davranılıyor düşüncesi ilginç ve tuhaf. Hadi biri kötü, diğerine ne oluyor? Kötü olan herkese kötü, ona çanak tutanlar onun onayını almak istiyorlar ama neden, neden? Kara vicdanlı olan, iş arkadaşının görev alanını işgal edip, kadın bunu ifade edince ona psikolojik şiddet uygularken, diğeri de kadıncağızı teşbihte hata olmasın kırbaçlıyordu. Açık bir kötülük var ortada. Haksızın haklılığını yırtarak, parçalayarak kabul ettirmeye çalışması ve yanında ona çanak tutan, gözlerinin önündeki gerçeğe kör bir insan var. (Aslında bir kişi daha var da bu yazıya onu katmak işleri daha da karmaşık hale getirebilir.) İnsan birinin kalbini bile bile kırar. Farkında olunmayacak şeyler başka, bu kitapta olanlar bambaşka. Bu hayatta tahammül etmesi en ağır şeylerden biri dışlanmak olabilir, bu yüzden masumu değil, ona bunu yapanı dışlasalardı kötünün gücü kırılırdı, zaten dengelerin değiştiği zamanlar da geldi. Ama sanırım bu adaletsiz dünyanın en büyük problemi bu; her zaman kötülerin sesi daha fazla çıkıyor. Bir insan yalnız kalacağını da bilse, güçlüden değil haklıdan yana olmalı. Hayat değişen dengelerden ibaret. Güçlü hep güçlü kalmaz ki. Kendi gözünün açılması için, o kinli gözlerin kendisine dönmesini bekleyen ahmaktır. Döndüğünde de artık korkudan titreyebilir, bir insanı en çok neresinden incitebileceğini bilen en yakınında tuttuğu kişidir.

***

5) SON DEYİŞ
Puan kırdığım kısımlar, kitabı okumayanlar için bir anlam ifade etmeyecek. Kurguda bazı olaylar fazla zorlama olmuş. Biri birinin evine giriyor, o gecenin sonucu gerçekçilikten uzaktı. Karakterimiz Batman ya da Süpermen değildi nihayetinde. Iben karakterinin Afrika yolculuğu ve başına gelenlerin, kurgunun geneline etkisi düşünülecek olduğunda azdı, ama çok uzatılmıştı, sıkıldım okurken. Camilla karakterinin çocukken yaşadıkları, romanın gerilimli ve şüpheci geçen kısımları açısından daha önemliydi bence, uzatılmalı, daha detay verilmeliydi. Kitabın sonlarında çok çarpıcı olaylar oluyor, ama bazı şeyler yine çok oldu bittiye getirilmişti, bana saçma geldi, özellikle şu yedekteki kişiyle ilgili gelişmeler, hemen ne ara, hangi psikolojiyle yani. :)

Kitap farklı bölümlerin karakterler ağzıyla yazılmasından oluşmuş. Bundan dolayı 1. tekil şahıs kullanılmış ama kitabın kalanını etkileyecek gizemli bir olay var, o kısım daha sonra aydınlatılırken bence ilahi bakış açısı kullanılmalıydı yahut daha detaylandırılmalıydı.

Çevirisi beni zaman zaman güldürdü, ‘’sabahın esselatında’’ ifadesini ilk kez bu kitapta gördüm, çok mantıklı geldi, kullanırım bunu. :) Sessizlik için çıt yok deriz, çevirmen bunun yerine tıs yok ifadesini tercih etmiş, bu da bana çok sevimli geldi. :) ‘’Kitapları gece yarılarına kadar hafızlamaya artık bir son verse…’’ bu cümle de ilginç geldi. Ayrıca ‘’öyle dediydi, düşündüydü, söylediydi’’ gibi kırsal bir ağızla çevrilen yerler de vardı ki, güldüm. Bazen de bunlar dikkatimi dağıttı, insan beklemiyor, aniden karşısına çıkıveriyor. :)

Böyle değerli bir kitabı okuduğum için mutluyum, herkese de tavsiye ederim. (Fiyatına bakacaklar tansiyon aletini hazırda bulundursun.)

İstisna
Christian Jungersen - Ayrıntı Yayınları - 2021