Zaman geçti deniyor ya hep. Kimse söylemiyor, geçiyor da nereye gidiyor Bu meret kaybolmuyor ki. Bir katil gibi dokunduğu her yerde izler bırakıyor. Benim ellerimde, yüzümde derin yarıklar açıyor...
Neydi ev sahiden Yeri geldiğinde tren kompartımanlarını, gemi kameralarını, sokak banklarını, kaplumbağaların kabuklarını, ihtiyarların hatıralarını, çocukların umutlarını yuva yapan neydi Sığındığımız yer miydi yuva Gittiğimiz mi, terk ettiğimiz mi,döndüğümüz mü yoksa
Mihengimi bıraktım seninle tanyerine Bütün günahlarımı alıp götürdü rüzgâr Hangi dünyaya baksam orada gözlerin var Sensizlik, bir denizde gömülmek en derine Sonsuz armağanısın ruhuma, kaderimin Kimse bilmez sen kimsin, bu soylu destan kimin
Kadınlar yirmili yaşlarına gelmeden önce bin kez ölmüşlerdir. Şu ya da bu yöne gitmişler ve engellenmişlerdir. Engellenmiş umutları ve düşleri de vardır. Aksini söyleyen hala uykudadır.
Okuduklarım arasında Titanik'i kendi kurgusuyla entegre ederek yazan ikinci kişi. Maalouf da benzer bir şekilde Titanik'i hikayesine eklemişti ancak Cussler'ın sunumu öyle muntazam ki, görkemli gemi çıkarılırken(!) kitabın asıl olay örgüsünü unuttuğumu hatırlıyorum heyecandan. Bugün geminin hayaletini dipten çıkarsalar rahatlıkla ufak bir kalp krizi geçirebilirdim.