Ama sonra büyürken pek çok hayali gibi bunu da unutmuş. Ah neden böyle yapıyormuşuz hep, neden başladığımız şeyleri bitiremiyormuşuz vıdı vıdı da vıdı vıdı…
Çünkü bilirsiniz, takvimlere bakarak tayin edilen zaman sadece buz gibi bir matematiktir. Oysa özlemekler sayılmaz. Özlemekler bilhassa yalnız kaldığınızda gelir suratınıza kürekle vurur.
Hayatımın nasıl aktığını düşündükçe kendimi ihanete uğramış ya da oyuna gelmiş gibi hissediyorum; sanki göklerdeki birileri bana bir oyun oynuyor, sanki bütün hayatım boyunca yanlış melodiyle dans edip durmuşum.
İnsanın dile getirebildiği en temiz, en duru sözcük ”Anne”, en güzel sesleniş ”Anneciğim” dir... Anne, hüzünde teselli, kederde umut ve zayıflıkta güçtür..
“Sessizlerin, anlatmayı bilmeyenlerin, kendini dinletemeyenlerin, önemli gözükmeyenlerin, dilsizlerin, o iyi cevabı hep olaydan sonra evde düşünenlerin, insanların hikâyelerini merak etmediği o kişilerin yüzleri diğerlerinden daha anlamlı, daha dolu değil mi Sanki anlatamadıkları hikâyelerin harfleriyle kaynaşıyor bu yüzler, sanki sessizliğin, ezikliğin, hatta yenilginin işaretleri var onlarda.”
Şunu esas olarak kabul etmeliyiz ki insanların hemen ekserisi yalnız kendilerini düşünürler. Dünyadaki bütün felaketlerin, uygunsuzlukların, bayağılıkların sebebi işte bu her şeyden evvel kendini düşünmek illetidir.
Hayatın, "Hayat böyledir," diyen herkesin öne sürdüğü gibi öyle renksiz ve önemsiz, öyle gizsiz ve mucizesiz olmasıyla hiçbir zaman yetinmek istememişti.
Kendine güvenen üç adam Ve aşka susamış üç kadın. Günlerden bir gün üç adam, Çıkmış karşısına üç kadının .
Olur demiş üç adam , olur sevdik biz üç kadını. Derken zaman durur yürek yanaxr. Ve sever üç kadın da üç adamı sebepsiz.
Seneler geçer , vakit yorgun bir kış gecesi. Üç adam sever üç kadını , hepsi çok mutlu.
An gelir değişir yürek, Ve üç adam cam gibi kırar , Pamuktan da narin üç yüreği.
Üç adam , biraz tedirgin kendinden şüpheli. Ve üç kadın hem öfkeli hem kederli. Sene geçer , vakit tamam bir yürek yangını her yer. Üç kadın umutsuz ... Ve herşeyi kaybeden üç adam pişman, sabaha karşı.
Üç adam , sevdiği belli belirsiz. Ve üç kadın aşka direnen , zamana yenik.
An gelir , kaybeder cesareti üç adam. An gelir gücüne güç, yüreğine acı katar üç kadın.
Zaman geçer , yaralıolsada iyidir artık yürek. Üç adam pişman, Üç kadın düşman...
Bir şey söylemek istiyorum. Bu kitap yaz ve paylaş bölümü için kimden bilgi alabilirim. Bir hikâyem var yazmak istiyorum ama telif bölümünde hangisini seçmen gerekiyor.
Papillon isimli filme de ilham olan Kelebek kitabı, bir adamın özgürlük savaşını anlatıyor. Otobiyografik türde olması da yaşanan hikayeleri daha da etkileyici kılıyor. Normal bir adamın, kısacık hayatına bu tarz aşırı anıları sığdırabilmesi çok etkileyici. Yakalansa bile pes etmeden, uğradığı hayal kırıklığına yenilmeden kaçma planları yapmaya devam ediyor Kelebek. Motivasyonu ise oldukça basit; Kendini suçsuz yere mahkûm edenlerden intikam alabilmek. Hücre ve tecrit cezalarına da intikam hayalleri kurarak katlanıyor.
"Hadi canım!" dedi hafifçe bağırarak. "Hayalet falan yoktur. Herkes böyle söyler." Ama onlar üstüne neden bu kadar çok öykü vardı öyleyse? Belki de, hayaletlerin gerçek olmadığını söyleyenlerin hepsi, bunu itiraf etmekten korkuyordu yalnızca.
Ismini bir dizide duyup merak etmiştim. O gündür aklımdaydı bu kitap. Kanlı Topraklar kitabı gibi bunda da zengin bir karakter çeşitliliği var. Her türden insan bulabilirsiniz memlekette göreceğiniz. Bu yönünü beğeniyorum Orhan Kemal kitaplarının. Bir iyi bir kötü, birkaç da silik yan karakterle yetinmiyor. Oldukça çeşitli ve derin karakterleri bir araya getiriyor. Okurken bazen çok yoruldum.
Murtaza'nın bakış açısı ve tekrarlayan takıntılı halleri gerçekten çekilecek gibi değil. Ama bir yerden sonra Murtaza'yı olduğu gibi kabul ediyorsunuz. O zaman da kitap akmaya başlıyor. Yüzeysel de olsa Serbest Fırka ve Ismet Paşa'dan da bahsediliyor. Halkın tepkisi partilerin durumunu da yansıtmış kitaba kısa bir bölümünde.
Ne kadar can sıkıcı da olsa Kanlı Topraklar gibi bu da okunması gereken kitaplardan bence. Kendi insanımızın özelliklerini karşınıza yalın bir şekilde seriyor. Bir de arada kullanılan o yöreye has kelimeleri görmek hoştu. Aynı kelimeler bizde de olduğu için zorlanmadım ama bilmeyenlerin anlamadığı birkaç yöresel kelime olabilir. Tavsiye ederim, bahsettiğim birkaç detaydan çok daha fazlasını okuyacaksınız.
Kitap 4 gamsız, işsiz güçsüz, ayyaş arkadaşı konu ediyor. 200 sayfa kadar kısa olsa okumazdım da bitirdim işte. Akıcılığı hiçbir şekilde yok kitabın akmıyor resmen.
Kinyas ve Kayra'yı da okumak istiyordum da bu kitaptan sonra umudum kalmadı. Hakan Günday'ın kalemi bana hitap etmiyor sanırım.
Bir grup çocuğun doğaüstü bir dünyaya gitmeleri ve orada yaşadıkları büyülü olayları içeriyor kitap. Çocuk kitabı gibi ama okuması zevkliydi. KPSS sınavına girmeden önce okuması kolay, teferruatsız bir şeyler olsun diye yanıma almıştım ama iki yüz küsür sayfa, yüz sayfa gibi geçti. Akıcı ve okuması rahat bir dili vardı. Filmini izlemenizi de tavsiye ederim.
Açık olmak adına direkt söyleyeyim, hiç beğenmedim. Dört yüz sayfa zaman kaybı gibiydi birçok açıdan. Yazarın kalemi de insanda merak uyandırmıyordu. Bir suç romanı ancak bu kadar yavan, sıkıcı ve aksiyondan uzak olabilir. Polisiye severlere tavsiyem, bu kitapla vaktinizi kaybetmeyin. Ismi pek duyulmamış amatör yazarlar bile daha ilginç bir kitap yazabilirdi. Tabii böyle diyorum ancak güzel olan noktalar da vardı. Olay örgüsü güzeldi. Durağan olmasını bir kenara bırakırsak ters köşe ve kurgunun mantığı açısından ayrıntılar üzerine iyi düşünülmüş bir kitaptı.