upuzun bir yılan gibi çevreliyor dünyayı kelimeler mezarlıklara başımızı sokmuş, ölü yiyoruz hâlbuki biz birbirimizi severdik hatırla sana bir şey olsa, günlerimin beti benzi atardı bir bardak dua getirirdin sen de bu soğuk iman girmeden göğsümüze
çelik yeleği delindi hainin, akan kan mı sandın fareler aktı yere bir kurşun alnından geçti şehidin "Peygamberin eli ne serinmiş" dedi o an şehidin ne sandın
yumruğuna bak, orada sımsıkı bir bomba var kime doğru savursan yırtar sen, cesaretin de resmi olsun diye yaratıldın ne sandın
kuşlar! gökyüzü size tokat atsa ne yapardınız başınızı kaldırmanız yasaklansa. kanatlarınız rüzgârın karısı değildir artık hangi avcı sana "sen"den daha fazla zarar verebilir bense kuş olduğuna inandırılmış bir kuş resmiyim tanrım ölüyken bu kadar kanatla ne yapacağım
Izdırabın sonu yok sanma, bu alem de geçer Ömr-i fani gibidir, gün de geçer, dem de geçer Gam karar eyliyemez Hande-i Hurrem de geçer Devr-i şadi de geçer, gussa-i matem de geçer Gece gündüz yok olur, An-ı dem Adem de geçer
yüzünü bir görgü kuralı gibi taşıyorum benim mırıltım kapıyı çalınca uyuyakalan dudaklarını da ovaların düzlüğünden koruyorum seni duvar kağıtlarından ve bir bardak sudan
Beni sevmesen ölürdüm Beni sevmesen bir çakıltaşıydım şimdi Beni sevmesen bir duvar gibi sağırdım Kördüm bir ot kadar Ölümden acıydım, ölümden beterdim Beni sevmesen Dünyayı bütün insanlara zindan ederdim
Kendine güvenen üç adam Ve aşka susamış üç kadın. Günlerden bir gün üç adam, Çıkmış karşısına üç kadının .
Olur demiş üç adam , olur sevdik biz üç kadını. Derken zaman durur yürek yanaxr. Ve sever üç kadın da üç adamı sebepsiz.
Seneler geçer , vakit yorgun bir kış gecesi. Üç adam sever üç kadını , hepsi çok mutlu.
An gelir değişir yürek, Ve üç adam cam gibi kırar , Pamuktan da narin üç yüreği.
Üç adam , biraz tedirgin kendinden şüpheli. Ve üç kadın hem öfkeli hem kederli. Sene geçer , vakit tamam bir yürek yangını her yer. Üç kadın umutsuz ... Ve herşeyi kaybeden üç adam pişman, sabaha karşı.
Üç adam , sevdiği belli belirsiz. Ve üç kadın aşka direnen , zamana yenik.
An gelir , kaybeder cesareti üç adam. An gelir gücüne güç, yüreğine acı katar üç kadın.
Zaman geçer , yaralıolsada iyidir artık yürek. Üç adam pişman, Üç kadın düşman...
Yazmak özgürleştiriyor ruhumu. Mürekkebim bitene kadar değil yüreğim sönene kadar yazıyorum / yazacağım. Esir olan kelimelerim özgürlüğüne kavuşuyor hece hece. Yaşım kadar değil acım kadar yazıyorum/ yazacağım. Yazmak gönlümün aynasıdır, Bakıp bakıp yanacağım ya da umulmaz akşamlarda ansızın söneceğim.
işte bilmeden bir gündüze büyüyen çiçek kalbimiz güneşin ağzından bir cümle umar yaşamasına işte yeşilden sarıya duraksız bu göç bu yol uzayan dilidir tükenmez kıyısızlığımızın ölümle sustuğumuz ve bir defa yakışmak içindir dünyaya bu solgunlukta bin defa giydiğimiz bu gömlek kelebeklerden
ve andolsun diri gömülen kız çocuğuna kalın sesli bir karanlığın bağrında yitenlere andolsun bembeyaz bileklerinden sonsuz kırmızı güvercinler uçuranlara Uzun saçlı geceye ve geceden doğan ve geceyi doğuran bekleyen bekleyen bekleyen güne ki toprağın ve zamanın ve unutuşun örttüğü onlar yani bu dünyanın en evsiz gülümsemeleri yani yaşamın en yorgun en yalnız en haklı en eski en dilsiz en güzel yürüyüşünün gülden başlayan ve güllerle bitecek olan serüvenleri keskin bir koku gibi işgâl ederek o yaşlı hafsalanın en zulümlü parçasını devingen bir rahim gibi kapsayacak ve yeniden doğuracak göğü ve işte gökyüzü o zaman gökyüzü olacak
alfabesi bu şiirin, törensiz cenazeleridir göğsünde buzdan kuşlar biriktiren çocukların bir vakit kelimeleri vardı, nüfus müdürlüklerinde isimleri vardı kırgın akşamlar gibi göğün bir yerinde gözleri kaldı, görünmez, yel esti yokluklarından kaydı tutulmadı acılarının bir ölümleri bilinir
lastik ayakkabılarında kaldı yürünmemiş yolları çürük bir eylül gibi solgun ve görkemsiz sessiz bir altyazıya gömüldü haziranları bir ana kucağıdır ölüm uçsuz bucaksız ve ömrün yarım bir cümle gibi kanatsız yavrum kara toprak emzirsin ağzındaki kuşları
pirinç ülkesi pervazlarda beliren ilk bir erik yeşili gibi dağılan tepelere güneş nasıl kayarsa gölge tarlaların üzerinden kalem öylesine kayıyor pirinç kelimelerle
Dikenleri kendine batık bir gül Durmadan kanar yalnızlığa Yüreği... Yol yorgunu, kırık bir çocuk. Ama yeminli sanki ağlamamaya Bitimsiz bir gökyüzü diker mavi kumaştan İçindeki sağır terzi, tek kanatlı bir kuşa Çünkü her şey umut kadar güzel Umut kadar saçma Bunca telaş, gürültü, koşturmaca Resmi belgelerle büyüyen soğuk boşluğu insanın Ve boşluğun tam ortasında açan Ölümlü çiçek Dirense de, büyüyüp kök salsa da toprağa Her şey tek bir sözcük galip gelsin diyedir aslında: Boşuna.
Boşunadır göğsünde küçüldüğün deniz Oyuncaklarını çalan zaman Boşunadır annenin sesiyle seni uykundan öpen ninniler Adımlarını siler seninle yürüyen rüzgâr Karanlığa koşturan atlar gibi çekip gider, Ne kalır insana hatıralardan...
Oysa dilerdim ki çözülmesin saçlarının çocuk örgüsü Gülümsesin gül desenli eteğin İçime sığınsın yine, içimden gelen adın yaşamın ürküntüsünden... Babam gelsin tutsun elimden bana bayramlık alsın Papatyalar açsın saçlarında senin Kalbimizden düşüp kaybolan bin parçanın Biri sende biri bende yadigâr kalsın ... Dostoyevski'nin Müridi
"Derler ki zaman her şeyi iyi edermiş, Zamanla her şey unutulur gidermiş, Bir de bana sor, o gözyaşları ve kahkahalar, Bugün hâlâ canımı yakar, yüreğimi dağlar!"
GELİNLİK BAKARKEN Rahlede ağlayarak Nietzsche okumuş, öyle çıkmıştı sokağa üstüne varılmış çürük bir tez gibiydi dalgın yürürken pazardaki domatesi felsefeyle evermek, elbette daha kötüdür kara bir kışın ağustosa düşmesinden
Yani insanda akıl mı kalır, maç başlamış hayat pahalı gemiler bile yorulurken, yıldızlar usulca eskirken el kadar bir çocuk muydu yoksa zebellah bir polis tam beş kurşun dediler, üstelik gelinlik bakarken
Itri'yi aktar sanan, zevkle döşenmiş o mezbelelik yerlerde her yanı geviş getiren proleter sınıf birincileri, göğüslerinde che ya zevkin doruğunda internet ya gece gündüz tam gaz öss
Nedim'i eşcinselliğiyle bilir, patrona halili gazetede editör korkunç bir terör örgütüdür greenpeace, yırtar cibinliğini denizin hamburgerine şappadanak sos olur hardal gazı halepçenin
yürrrü! de ense tıraşını görelim ey güzeller güzeli sömürü afrikadaki kıyım mı: vahşi hayvanlarla ilgili belgesel programı petrol doyursun gözünüzü lan, ucundan accık almıştık acıdı mı
ben de tam onu diyecektim, lafı ağzımdan aldınız, İbrahim baltayla dalmıştı ya putlara, ama unutmayalım sakın marksı da hangi rektör kesmişti sakalını garibimin dört mefailün kalıbında
gürz atasıdır bombanın demişti gürüz, milattan önce altı yüz engizisyon törenlerinde acemaşiran ya da barışa rock ama en iyisi sanırım: burası kadıköy, burdan çıkış yok
bakire alıp hamile satan bir müfredat bu, tam teresliğe teşne doktor olur fosil buluruz hastalarda hiç kızarmaz yüzümüz onur koluyuz tarihin, nuhun dağa çıkan oğlundandır sulbümüz
Şiir tarafından ihmal edildiğim bütün zamanlarda, kendi halime, yalnızlığıma zalimce bir hayranlık duyuyorum. İçim kabarıyor, bıraksalar da ıssızlarda başım önümde, kendime gömülerek dolaşsam.
şiirler yazmıştım. Ama şimdi, şiir uzak. Uçuşup duran, üstüste gelip birikmeyen şeyler var, içim dolu bunlarla. Biliyorum ki şiir bunlar. Ve şiirin kendindeki huzursuzluk bu.