Hasan, devlet yurduna yerleştiğinde hayatının en zor dönemlerinden birine girdiğini bilmiyordu. Yurdun yöneticisi olan eski öğretmen Postacı, müdürün baskıları sonucu istifa etmişti. Hasan, yurdun tek yardımseveri olan Postacı'yı tanıyordu ama onun da gücü kalmamıştı. Yurt, kimsesiz ve gariban çocuklarla doluydu; çoğu Hasan'ın köyünden gelmişti. Burada, telefon gibi modern aletler yoktu, herkesin bir silahı vardı ama Hasan'ın hiçbir şeyi yoktu. Korku içinde yaşıyordu.
Yurt müdürü, Postacı'nın akrabasıydı ve onun yerine geçmişti. Postacı, müdürün sorumsuzluğuna göz yummak zorunda kalmıştı. Yurdun durumu giderek kötüleşiyor, ekonomik sıkıntılar artıyordu. Zenginler, garibanların arazilerini ucuza kapatıyor, köydeki yaşamı daha da zorlaştırıyordu. Hasan, yurdun tehlikeli olduğunu ailesine mektup yazarak bildirdi ama ailesinin onu alacak durumu yoktu.
Bir gece, yurdun merdivenleri çöktü; üç kişi hayatını kaybetti. Hasan, dehşet içinde dışarı bakarken, asansörün de çöktüğünü gördü. O anda, Postacı mektup dağıtıyordu ama herkes üzgün ve korkmuştu. Müdür, durumu umursamadan olayları geçiştirdi. Hasan, burada daha fazla kalamayacağını anladı.
Bir gün, sokakta birkaç adam tarafından saldırıya uğradı. Cebinde para olmadığı için dövüldü. Talihsizlikler peşini bırakmadı; müdür, öğrencileri yurttan attı. Hasan, üniversiteyi zorla bitirdi ama atanamadı. İş bulmak için gittiği her yerde "tecrübesizsin" denilerek geri çevrildi. Hayal kırıklığına uğramıştı.
Ablası, ailesini köyden alıp şehre getirmişti ama Hasan, onlara ulaşamıyordu. Bir gece çaresizce bir telefon dükkanına girdi, bir telefon çaldı ama polisten korkarak geri bıraktı. Kırdığı camın parasını ödeyemeyeceğini bildiği için kaçtı. Ancak birkaç gün sonra, polisler onu buldu ve hapse girdi. Burada da yurt hayatının zorluklarıyla karşılaştı. Eski Postacı ise, yolda soyulmuş ve mektuplarından mahrum kalmıştı. Artık ne yapacağını bilemez haldeydi. Hayat, Hasan ve Postacı için giderek daha da zorlaşıyordu.