Haşmet Bey, köyünde geçim derdiyle boğuşan yaşlı bir adamdı. Oğul Hasan, onun en küçük çocuğu olarak dünyaya gelmişti. Ablasını zor şartlar altında şehre göndermiş, okutmuştu. Ancak köydeki zenginler göç edince, topraklar verimsizleşti ve ekonomik sıkıntılar baş gösterdi. Artık köyde öğrenci kalmamış, okullar kapanmıştı. Hasan, ilkokuldan liseye kadar yatılı okumak zorunda kaldı. Ablası çalışarak ailesine destek oluyordu ama onların durumu da pek iç açıcı değildi.
Hasan, 20 yaşına geldiğinde liseyi bitirmişti. Ailesine mektup gönderecek parası bile yoktu. Bir gün, Tarih Bölümü okumaya karar verdi ve devlet yurduna yerleşti. Yurt, eski bir öğretmen olan Postacı tarafından yönetiliyordu. Postacı, köydeki ekonomik sıkıntılara rağmen, mektupları zamanında ulaştırmaya çalışıyordu ama çoğu zaman yolda kayboluyordu. Hasan, yurt hayatına alışmaya çalışırken, etrafındaki gençlerin kavgaları ve silah sesleriyle sarsılıyordu. Yurt müdürü ise umursamaz tavırlarıyla dikkat çekiyordu; öğrencilerin şikayetlerini geçiştiriyor, sorunları görmezden geliyordu.
Hasan, yurtta her gün bir kargaşa içinde yaşamak zorundaydı. Merdivenler yıkılmak üzereydi, ama müdür bunları önemsemiyordu. Öğrenciler, durumu polise bildirdiklerinde, müdür yine serbest kalıyordu. Hasan, bu ortamda hayatta kalmaya çalışırken, eğitimine odaklanmak istiyordu. Ancak her gün yaşanan kavgalar, onu daha da tedirgin ediyordu.
Bir gün, yurt müdürü, öğrencilerin şikayetlerini duymazdan geldiğinde, Hasan dayanamayarak odasına çekildi. Yalnızlık içinde, hayallerini ve umutlarını sorgulamaya başladı. Eğitimine devam etmek istiyordu ama bu kaotik ortamda ne kadar başarılı olabileceğini bilmiyordu.
Hasan, köydeki ailesinin zor durumunu düşünerek, kendi geleceği için mücadele etmeye karar verdi. Yurt hayatının zorluklarına rağmen, hayallerinden vazgeçmeyecekti. Her ne olursa olsun, eğitimine devam edecek ve bir gün ailesine yardım edecekti. Bu, onun için bir umut ışığıydı.