Nasrettin Hoca, bir sabah erkenden uyandı. Gökyüzündeki hafif pembelik, güneşin doğmak üzere olduğunu müjdeliyordu. Hoca, yataktan kalktı, penceresinden bahçesine bir göz attı. Tavukları çırpınıyor, horoz en son görülen bir tilkinin izini sürüyormuş gibi gururlu bir tonda ötüyordu.
“Ehh, bu horozdan çoban olur ama yumurtaya bekçi olur mu, bilmem,” diye kendi kendine söylendi Hoca.
Bugün kahvaltı keyfi yapmaya kararlıydı. Ocakta kaynayan çayın kokusuyla birlikte, sofraya ince belli bardak, taze köy peyniri, zeytin ve kendi elleriyle yaptığı ekşili ekmeği dizdi. Daha ilk lokmayı alır almız, bahçeden gelen garip bir sesle irkildi.
“Cızzt… Fzzzt… Bzzt…”
Çayından bir yudum aldı. “Herhalde bir kedi kazana düştü ya da şimşek şimşek oynuyor bizim tavuklarla.” Ama bu sesi hiçbir hayvana ya da şimşek çakmasına benzetemedi.
Hoca, sofradan kalkıp pencereden tekrar dışarı baktı. İnanılacak gibi değildi! Bahçenin tam ortasında, daha önce görmediği büyük, yuvarlak bir nesne duruyordu. Nesne sık sık renk değiştiriyor, etrafından hafif bir buhar yayılıyordu.
“Bu neyin nesi?” diye düşünerek hemen bahçeye çıktı. Yaklaştıkça nesnenin ayrıntıları daha da netleşiyordu. Yuvarlak şeklindeki bu şey, tıpkı eski bir kazanın ters çevrilmiş hali gibiydi ama üzerinde parlayan mavi ve yeşil ışıklar vardı.
Tam bu sırada, kazanın şeklindeki bu nesnenin içinden bir kapı açıldı ve içinden boyu Hoca’nın beline kadar gelen, ince uzun vücutlu, gri renkli üç yaratık dışarı çıktı. Her biri büyük, kara birer göze ve çok uzun kollarına rağmen kısa bacaklara sahipti.
Hoca bir adım geri çekildi. “Selamünaleyküm, hemşeriler! Siz hangi diyardansınız?” dedi, sesinde hem şaşkınlık hem de merak vardı.
Yaratıklardan biri ileri çıkarak metalik bir sesle konuştu: “Dünya’nızı incelemeye geldik. Lütfen bize liderinizi teslim edin.”
Nasrettin Hoca bir an duraksadı. Sonra gülerek cevap verdi: “Ehh, lider lazımsa tam yerine geldiniz. Bu köyün lideri de, dert babası da benim.”
“O zaman bizimle gelmek zorundasın,” dedi yaratık.
Hoca kaşını kaldırdı. “Ben sizinle gideyim de şu tavukları kim besleyecek, horozları kim güzelce avutacak? Hem gitmeden evvel kahvaltımı bitirmem lazım. Uzayda yemek ne kadar iyi bilmiyorum ama dünya nimeti gibisi yoktur.”
Uzaylılar bir an birbirlerine baktı. İçlerinden biri bir cihazı çıkartıp garip şekiller çizerek bir rapor oluşturuyordu. Hoca ise işine devam ediyormuş gibi görünerek yaratıkların hareketlerini dikkatle izliyordu.
“Bu yaratıkların niyeti iyiye benzemiyor ama acele edip hata yapmamak lazım,” diye düşünüyordu içinden.
Uzay gemisinin çevresinde dolaşan Hoca, geminin altından gelen garip bir sesi fark etti. Bir kaç adım daha yaklaşıp dikkatle baktı. Gemi’nin altındaki şey, adeta bir kazanın altına odun koymuş gibi dünya toprağından enerji topluyordu.
“Hii, bizim fıstık ağacından enerji mi çekiyor bunlar? Yoksa benim kuyudan su mu emiyorlar?” diye düşünerek aceleyle evin arka tarafına doğru yürüdü.
Uzaylılar, Hoca’nın bir anda ortadan kaybolmasından şüphelenmişti. Ama Hoca aslında ortadan kaybolmamıştı. Evinin ahırına sığınmış, orada olan biteni izliyordu.
“Tamam, ilk hamleyi siz yaptınız ama ışık hızında da dönsem, bu Hoca size pabuç bırakmaz,” diyerek kendi kendine gülümsemeye başladı. Plan yapma vaktinin geldiğini hissediyordu.