Anadolu Türklerinin önemli bir bölümü, Osmanlı döneminde de göçebe hayatına devam ederken, diğer yandan hızla yerleşik düzene geçerek şehirler, kasabalar ve köyleri oluşturmuşlardır. Bu yüzden, sayısı giderek azalan Yörükler, XX. yüzyılın üçüncü çeyreğine kadar varlıklarını sürmüşlerdir.
Özellikle XVI. yüzyıldan sonraki süreçte, yerleşik düzende yaşayanlar ile konar-göçer Yörükler arasında bir sınıf farkı oluşmuş, yerleşik düzende yaşayanlar, konar-göçerlere; yürüyen, gezgin, bir yerde ikamet etmeyen anlamında; “Yörük,” lâkabını takmışlardır. Yörükler, kendine verilen bu lakaptan memnuniyetsiz olsa da zamanla alışmış hatta, kabullenmiş ve sahiplenmiştir. Yörükler, yerleşim alanlarından olabildiğince uzaklarda, gayrimeskûn alanlarda yaşamını sürdürmesine rağmen, yayladan kışlağa, kışlaktan yaylaya gidip gelirken, güzergâhdaki yerleşik düzende yaşayanlarla sürekli yüz-göz olmuşlar, bu yüzden aralarında derin husumete varan gerilimler yaşanmıştır. Öyle ki; Yörükler ile yerleşik düzende yaşayanlar arsındaki gerilim, karşılıklı atışmalara kadar varmış, yerleşik düzende yaşayanlar, Yörükler için;
“Yörük Yörük yürüdü, kıllı deriyi sürüdü. Yörük ne bilir bayramı, hörp hörp içer ayranı… “ Ve buna benzer tekerlemeler uydurmuşlar; Yörükler ise buna;
“Köylü köylü kömeli, art bacağı yamalı. Yamasını sökmeli, yol üstüne dikmeli, gelen geçen bakmalı…”
Şeklinde tekerlemelerle karşılık vererek, birbirlerini aşağılamaya çalışmışlardır.