Şiire balıklama atladım, diyebilirim. Bu atladığım yörenin kelimelerin, sonradan, yani şimdi beni yılan gibi sokacağını bilmeden. Şiir böyledir benim için biraz da; hevesine kapılmadığın şeyin heveskârı olmak. Yıllar, kanımca, zaman gibi, ölçüsü bulanık bir terazinin beyhudeliğinden başka bir anlam taşımıyor. Bu yüzden zamanı, yani rakamları belirterek değil, şiir masalımı anlatacağım.
Lise yıllarımda ev camiasında okur kitlemiz üç ablamdan oluşuyordu. Diğer iki ablamın okur kimliği bir yana, Tuğba ablamın kitaplığı, kitap setleri vardı. Hepimizin aşina olduğu ergenlik çağı… Tabi o zaman bunalım (Aslında bunalım yaşamım boyunca içimde zehirli bir sarmaşık gibi uzadı gitti, hâlâ uzuyor.) hat safhada... Bir-iki kitap alıp okumuştum, Tuğba ablamın kitaplığından. Çare arıyorum; kitaplar da bunalıma ilaç olma yetkisini yitirmişti. Yanlış hatırlamazsam Cezmi Ersöz’ün kitaplarıydı bunlar. İlgimi pek çekmediler, sonraki yıllarda çekecekti.