Gündelik hayat devam ederken önce komşu köylerden gelen haberlerle duyulan, sonra sıra sıra bütün köyleri esir alan bir işgal: Filistin toprakları üzerinde kurulmak istenen kaçak bir devletin geleceği için katliamlar yapan Siyonist çeteler, haberlerde geçen yeni kelimeler, en sonunda bu işgal kelimeleriyle Tantûra’nın kıyılarına da vuran bir sürgünün tarihi. Yaşamı boyunca Filistinlilerin topraklarına geri dönmesi için her alanda mücadele eden Mısırlı yazar Radvâ Âşûr, Hayfa’nın güneyindeki bir sahil köyünden Lübnan’daki mülteci kamplarına savrulan bir kadının gözünden, topraksız bırakılmış bir halkın hikâyesini keskin bir gerçeklikle anlatıyor. Tantûralı Kadın, kovuldukları evlerinin anahtarlarını boyunlarında taşıyan, kilidin bir gün açılacağından umudunu kesmeyen insanların epik hikâyesi. Elinizdeki kitapta bir farklılık yaptık. Metinde yer alan türküleri dinlemek için, o sayfaya karekodlar yerleştirdik. Telefonunuzdan karekodu okutursanız, kitabı okurken bu türküleri de dinleyebilirsiniz.
Tantûra, 1948 yılında İsrail askerleri tarafından 200 den fazla Filistinlinin katledildiği, geriye kalanların ise sürgün edildiği Hayfa'nın yakınlarında yer alan bir sahil köyüdür.
Yazar birinci bölümde, Tantûra'da yaşayan baş karakter Rukayye ile bizi tanıştırıyor. Rukayye 14 yaşından 70'li yaşlarına kadar kitap boyunca bize hayatını anlatıyor. Rukayye önce amcasının oğlu ile evlendiriliyor sonra işgaller sebebiyle ülkesini terk etmek durumunda kalıyor. Arkadaşlarından, akrabalarından, kokusuna doyamadığı limon ağaçlarıyla süslü sahil kasabasından yıllarca ayrı yaşıyor. Lübnan'a yerleşiyor. Doktor eşi olması, eğitimli çocuklar yetiştirmesi, bulunduğu bölgede diğer insanlara göre daha güvende hayatını devam ettirmesi onu şanslı bir Filistinli yapıyor diyebiliriz.
Karakterler ve hikâye kurmaca olsa da kitapta yaşanan olaylar, yerler, katliamlar, tarihlerin gerçekliliği, kaynaklar ve kitabın sonunda yer alan haritalar ile belgelendirilmiş. Belki bir belgesel ya da tarih kitabı olarak bu bilgiler karşımıza çıksa bu kadar dikkat çekici olmaz ve duygu yoğunluğu böylesi hissetirilmezdi. Her gün karşımıza çıkan bu haberlerin, bir kadının gözünden başarılı bir şekilde aktarılması ruhumuza dokunmasını sağlamış. Kitapta yer alan bir çok sahnede empati kurup duygulanmamak elde değil.
Ve "bir gün geri döneceğiz" anlamına gelen "anahtar" bir sembol olarak Filistinli tüm kadınların boyunlarında saklı duruyor.
Mısırlı yazar Radvâ Âşur, ömrünü Filistinlilerin hikâyesini duyurmaya adamış bir kadın. Ve bu kitap Türkçe yayımlanan ilk kitabıdır. Çevirmenin dili çok sade ve anlaşılırdı. Şimdiden okuyacak olanlara keyifli okumalar dilerim.
Malesef bugün bu soykırıma tüm dünya şahit olmaya devam ediyor.
Empati yapıyorsunuz, vatan sadece bir toprak parçası değil, toprağından koparıyorlar, burnunda tütüyor, boynuna evinin anahtarını asıyorsun, yıllarca geri döneceğin günü bekleyerek yaşıyorsun biraz şansın varsa.
Filistinliyseniz, mülteciyseniz size kampta bile rahat yok demektir. Kitapta beni şaşırtan sığındıkları ülke Lübnan askeriyle soykırımcıların işbirliği yaptıkları kısım oldu.
"Lübnan topraklarında Filistinli varlığına asla izin vermeyeceğiz." Bizi kâğıtlarda "katiller", "mikroplar", "çöpler" diye adlandırıyorlardı. İsraillilerin onları bizden kurtarmak için geldiğini, İsrail'le iş birliği içinde hareket ederek güç kazanacaklarını söylüyorlardı.(syf:232)
Okuyup rafına koyabileceğiniz bir kitap değil, araştırmaya yönlendiren birçok konu var.
Soykırımın içine doğan bir kadının hayatını okuyoruz, Rukayye ve onun ailesini. Soykırımı okuyorsunuz ve hala bu soykırım devam ediyor. Tüm zalimlerin kahrolmasını istiyorsunuz.
"... Evet, burada. Pota direğinin altında. Okulu tamir ettik. Restore edip boyadık. Oyun sahasına asfalt döktük. Çocuklara demedim. Oynadıkları sahanın altında kendileri gibi çocukların ve kendi anneleri gibi annelerin gömülü olduğunu bilirlerse nasıl kabullenip okula gelsinler?"
Bazen durumu düşününce kendimi, yalnızlığı ve bekleyişi kandırıyorum diyorum. Bazen düşünmeyi unutup küçük bahçemde uğraşmaya dalıyorum. Hatırlıyorum da annem Ebu Cemil dayımın eşine, "Onun yeşil eli var" derdi.