“Önce şiir dilindeki sahtelikten nefret etti. Bu nefret onu halk diline, halk konuşmasına götürdü. Bunu sadece bir araç değişikliği, bir deyiş değişikli sananlar yanılırlar. Çünkü halkça konuşmanın altından halk insanları çıkıyordu. ‘Süleyman Efendi’yi yazmakla, asil şiir konularına şamarı yapıştırıyordu. Ama ortaya bir de adam çıkıyordu: Basit bir adam. Bu adamın, şaire, kendini merak ettireceği, onu kendi dertlerine çekeceği daha o zamandan belli idi.”
(Melih Cevdet Anday, 1951)
“Orhan Veli Garip’le gerisinde iyi kötü usta bir şair bıraktı. Yahut ustalaşmaya başlamış bir şair. Onun Garip’ten önceki şiirleri, isteseydi o tarzda usta bir şair olabileceğini gösteriyor bize. Ama ne yaptı o? Acımadan bıraktı onları. Hiç yazmamış gibi anmadı bile. Yeniden çırak oldu. Acemi oldu. Sonra da durmaksızın acemi kalmaya çabaladı. Belki de acemiliğin güzel, tadına doyulmaz, zorlu, maceralı bir havası olduğunu biliyordu. Yaratmanın ancak acemilikle olduğunu biliyordu.”
(Turgut Uyar, 1955)
“Orhan Veli sevecen bir alaycılıkla, ya da gülümsemeyle diyelim, çoğu zaman başkalarının yaşamlarını yansıtıyor. Onların ağzından konuşarak, dile yaslanarak yapıyor bu işi. Söyleyiş edaları arasındaki ayrımları belirtmeyi seviyor. Sanırım hoşlanıyor da bu ayrımlardan, tadını çıkarıyor.
Hem iyi bir gözlemci hem de belleği çok güçlü. Çelebi bir insanın, yapıtlarında bıçkın edasının şiirini yakalayabilmiş olması, sezginin ötesinde, büyük bir işçilik başarısı…”