Öyküleriyle Türk edebiyatında kendine mahsus bir yer edinen Ömer Faruk Dönmez, Rünya’da şair kimliğiyle öne çıkıyor. Dönmez’in ilk öykülerinden itibaren asla taviz vermediği hatta son eserlerinde anlatısını yaslayacak kadar itimat ettiği unsurun dil olduğu görülür. Bilhassa Paradigma Sonsuzluk ile Yolcu ve Burjuva’da metinden sıyrılarak adeta özgün ve çarpıcı bir varlık kazanan dil, Rünya’da doruk noktasına ulaşır. Yazarın yirmi yılı aşkın zamana yayılan yazı hayatının her şeyin bütün çıplaklığıyla ortaya çıktığı bu olgunluk döneminde şiirin safında yer alması şaşırtıcı olmaktan ziyade anlamlıdır. Şiir, Ömer Faruk Dönmez’in dil ile kurduğu bağın doğal bir sonucudur çünkü. Dolayısıyla sadık okurlarının gözünden kaçmayacağı üzere Rünya, Ömer Faruk Dönmez külliyatının mütemmim cüzüdür. Rünya, makulün sınırlarını terk etmenin en etkili yolunun şiir olduğunu keşfetmenin neticesinde doğan kırk dokuz şiirden meydana geliyor. Müziği önemseyen, ölçüyü bir imkân olarak gören Ömer Faruk Dönmez, bize ait olmasına rağmen bugün dünyamızdan çekilen kelimelerle, vülgarize etmeyen ve anlamın buharlaşmasına izin vermeyen bir tutum sergiliyor.
yoğaldıkça yoğalıyor yarım asırdan sonra eşin dostun arkadaşın birer birer gidiyor vülgarize etmenin halk için yaşamanın bir anlamı kalmıyor: kopuntu: diaspora maestro hep susuyor çıldırsa da orkestra
yağmalandı gümüş tay kanatlandı engerek tecellî etti mana şol cennetten kovuldum kırk altı yıl yaşadım rünya zehir zemberek ölebilsem ölürdüm ölmedim şair oldum