"Ölümün ve yaşamın, insanların mutluluğunu veya hüznünü belirleyecek bir anahtar olmadığı hissine kapılıyorum. Ölüler sonuca ulaşırlar, yaşayanlar da geminin güvertesinde durarak ellerini birleştirir ve dua ederler. Gemi, yavaş yavaş iskeleden ayrılır.”
Hayatı anlamlandıramayan ve melankolik ruh denizinden mektuplara tutunarak kurtulmaya çalışan bir gencin hikâyesi… II. Dünya Savaşı’nın buhranı tüm ülkeyi sarmışken, yakalandığı hastalıkla mücadele eden Risuke, bir taraftan hayat penceresini çiçeklendirmeye çalışır. Bu karanlık dehlizde tek ışığı arkadaşına yazdığı mektuplardır. Risuke’nin kaleme aldığı her kelime, kendi yaşam yükünün yanı sıra bir ülkenin girdiği çıkmazı, kadın-erkek ilişkilerini, yıkılan hayatları ve her şeye rağmen yeşermekte olan umutları da taşır.
Japon edebiyatının en önemli yazarlarından Osamu Dazai’nin şairane üslubuyla kaleme aldığı Pandora’nın Kutusu, platonik aşkın pençesinden kurtulmaya çalışan Risuke’nin öyküsüne tanıklık ederken savaşın ardından sisli bir yaşam perdesine mahkûm edilen Japonya tablosunu da gözler önüne seriyor.