İnsanın evrendeki benzersiz varoluşunun sırrını açıklayabilecek iki farklı “gerçeklik” olduğunu söylüyor bize Eliade: Mitler ve Rüyalar. İki farklı dünya bu. Mitler Alemi ve Rüyalar Alemi. Peki, aslında ikisi de bir yalana dayanmıyor mu? Yani gerçek olmayana? Gerçeğin arayışında gerçek-olmayandan ne umabiliriz? Mitler, geleneksel, arkaik insanın, “ilkelin” dünyasına açılan bir kapı. Rüyalarsa “modern” insanın bir takıntısı. Meseleyi geleneksel ve modernden açınca, belki de fark etmeksizin son yüzyılın hatta son birkaç yüzyılın en önemli olaylarından birine temas etmiş oluyoruz.
İki uygarlığın bir tarafta geleneğin temsilcisi Doğu ile diğer tarafta modernliğin temsilcisi Batı’nın– karşılaşması ve hesaplaşması. Neyse ki etnoloji, oryantalizm, karşılaştırmalı dinler tarihi, derinlik psikolojisi ve bilinçdışının keşfi, gerçeküstücülük vb. sanattan bilime ve felsefeye kadar pek çok alandaki yenilikler, “tuhaf” ve “yabancı” görünen şeyi anlamayı nispeten kolaylaştırıyor.
Aslında dert hep aynı. İnsanın dünyadaki benzersiz varoluşuna bir açıklama getirmek, onu anlamlı kılmak. Mit Evren’in, dolayısıyla Dünya’nın ve Yaşam’ın, yani İnsan’ın nasıl var olduğunu. yani “gerçekten” var olmuş bir şeyi, meydana gelmiş bir olayı anlatır. Diğer bir deyişle, dünyanın nasıl meydana geldiğinin yorumundan başka bir şey değildir.
Eliade bizi gene şaşırtmıyor. Başlangıç zamanına, tanrısal varlıkların gizemli dünyalarına her sayfasında şaşırtıcı düşsel bir yolculuğa çıkartıyor.