Hayır; neo-liberal yıkım karşısında "paralı eğitim"i savunmadık; bunu "sol" adına savunanların karşısına "açık mektup"larımız ve itirazımızla dikildik... "Türk(iye) eğitim(sizliğ)i"yle, sonuna kadar kavgalı olduk... Dünyayı değiştirme bilinci vermeyen eğitim, "eğitim" olarak anılmayı hak etmezken; eğitim süreci de toplumun değişimine ayak uydurarak değişmek/ değiştirmek zorundadır. Ve nihayet kanımızca öğretmek, iki kere öğrenmek demektir... Bunları bilim ahlâkına biçtiğimiz değerden ve de ilk gençlik günlerimize sevdamızla yaptık... Tam da bu nedenle bilimlerin "sosyal sorumluluğu" olduğundan şüphe duymadık; "Ya aydın olmak" mı? "Aydın olmak", Türkiye’de "algılanıp"/ tezgâhlanmaya kalkışıldığı kadar "kolay", "vukuatsız", "sıradan", "ucuz" olmamalıdır ve olamaz da... Çünkü "... ‘Aydın’, özellikle Rönesans’tan bu yana tarihsel-toplumsal düzlemde yaman bir savaşım vererek günümüze ulaşmış bir kavram; dolayısıyla, salt ezberlenecek bir tanımla edinilebilecek bir kimlik değil"dir! "Kuşatmayı yaracağız..." diyenlere gereken, "müzmin muhaliflik", militanlıktır... Başka türlüsü mümkün değildi; biz de böyle yaptık... "Yapılmalı" dedik!... Bu abluka dağıtılacak, bu kuşatma yarılacak!