Yazarların, salt kendi düşüncelerini belirli bir düzen olmaksızın kitaba aktarmaları normalde okuyucuda ara verme isteği uyandırır sürekli. Peyderpey okumak daha kolay gelir çünkü hikaye anlatır gibi akıcı bir anlatım olmaz. Her yazılan, kişinin kafasındaki öz fikirleri olduğu için okuduğunuzu yorumlamak da istersiniz. Hemen sonuna geleyim. Ne olacak acaba, tarzı bir merak uyandırmadığı için başı da birdir sonu da.
Bunu Tolstoy'un Itiraflarım kitabında da, aynı olmasa bile Yer Altından Notlar'da ve düşünce yazısı olmasa da Iskender Pala'nın Itiraf kitabına da yaşamıştım. Fakat Sadık Hidayet okuduğunuzda farklı bir şeyler olduğunu hemen anlıyorsunuz.
Yazarın iç dünyasının hem karamsar ve mistik olması hem de zaman zaman kendine karşı başka bir düşünce içine girmesi olsun, sizi pek sıkmıyor. Kitap sürekli olarak takıntılı bir insanın ölüm arayışı ile devam etmiyor.
Fakat incelenecek çok fazla şey de yok kitapta. Bunun için yeterli kaynak olmadığından değil, daha çok benim psikoloji alanında bilgim olmamasından dolayı. Eğer bu konuda eğitim almış birisi analizini yapsaydı, bana öyle geliyor ki çok ilginç noktaları yakalayıp yorumlayabilirdi.