“...Genç bayanlar, bence siz utanç duyulacak kadar cahilsiniz.
Asla önemli denecek bir keşif yapmadınız. Asla bir imparatorluğu sarsmadınız ya da bir orduyu savaşa götürmediniz. Shakespeare’in oyunlarını yazmadınız ve asla barbar bir ırka, medeniyetin nimetlerini tanıtmadınız.
Mazeretiniz nedir?
İnsanın kendisi olması, başka her şeyden çok daha önemlidir.
Kulağa coşku dolu gelmesinin nasıl kurtarılabileceğini bilseydim, diğer insanları etkilemeyi hayal etmeyin, derdim...”
Woolf, kurgu ve kadın kavramları üzerinde cesurca oynarken, ayakları yere basan gerçekleri ustaca getirip okuyucunun önüne bırakıyor. Ezeli hataların yükünü bir tarafa yıkmak en kolayı gibi görünürken, yazar bu konuda ters köşe yapıyor. Satırlar ilerledikçe temel soru, onlarca yeni soruya parçalanıyor, evriliyor ve bu sırada okuru da dönüşmeye zorluyor.
Okuyanı çalışmanın bir parçası olmaya mecbur bırakan, yer yer okuyanın iç sesine dönüşebilen ve vaat ettiğinden çok daha fazlasını derinlemesine sunan bir kitapla karşı karşıyız.
Her satırının altını çizeceğiniz bir kitap olabilir mi? İşte tam da bu kitap tüm kadınlara öncü olacak, ışık tutacak, edebiyat adına fikirlerin, duyguların ve kendinin, varlığının farkına varmasını sağlayan bir kitap.
Birileri feminist dese de Virginia Woolf'a, hayır erkek düşmanı değil, kadınların yok sayıldığı, düşüncelerinin daha çok yok sayıldığı, sadece erkeklerin bu dünyaya egemen olduğu bir hayatı kaleme alarak, aslında biz kadınların da kendimize ait düşünebileceğimiz, dinlenebileceğimiz, birşeyler yazabileceğimiz kendimize ait bir odamız olsaydı herşey daha farklı olabilirdi diyor.
Yüz yıllar öncesine ait bu özel kadının kalemini hayranlıkla okudum. Şimdi kendinize ait bir oda bulun ve orada kendinize zaman ayırıp kendinizi dinleyin. Bu oda hayali bir oda da olabilir. Sadece sen ve düşüncelerinin olduğu kendini daha çok sevebileceğin bir oda. Bunu yapabiliriz