“ (...) Beni ölecek halde gördüğünüz zaman, bir meşenin gölgesine götürün, size vaat ederim ki oradan geri döneceğim.”
Rousseau’nun ölümünden sonra yayımlanan otobiyografik yapıtı itiraflar’ın en belirgin özelliklerinden biri kuşkusuz açık yürekliliği ve cesaretidir. Yazarın doğumundan (1712) 1765 yılına kadar geçen sürenin öyküsünü anlatan eser, bir taraftan samimi anılar üzerinden bize seslenirken, diğer taraftan da otobiyografik bir roman olarak okunabiliyor.
insan hayatını büyük izlekler peşinde kuşatan itiraflar; aralarında minnet, cennet-cehennem, kutsal kitap, inanç, aşk, ölüm, doğa, hastalık, bağlılık, eğitim, sosyal yapı, hukuk, dil, özgürlük arayışının da olduğu nice kavram ve olgularla bizi yeniden ve içeriden yüzleştiriyor.
18. yüzyılın içinden yükselen ve kendi zamanını aşarak bize ulaşan Rousseau’nun itiraflar’ında belirleyici olan anılar, sanki yazıldığı anda yaşanmış gibi canlıdır. Zamana karşı anılarına şans vermekten korkmayanların hiç zaman kaybetmeden okuması gereken bir kitap.
İnsan düşünmeden edemiyor: insanlar bu dünyadan çekip gitmeden hemen önce, Rousseau’nun bin sayfayı aşan itiraflar’ı gibi geride bir eser bırakacak olsaydı dil ve dünya daha farklı olur muydu? Kuşkusuz bu soruya en anlaşılır cevabı itiraflar’ı okuyanlar verecektir.