İlahi kelam kendi doğduğu mahalle ve coğrafyadan, kendileriyle diyalog hâlinde olduğu ilk muhataplardan, o zaman ve zeminden ne kadar uzaklaşmış ise kuşkusuz kendine yabancılaşma da o derece artmıştır. Dolayısıyla kendi vasatı ve bağlamından yalıtılmış kelam/kitap, ister istemez anlam teklif, tekellüf ve tahammüllerine mahkûm hâle gelmiştir. Öyle ki artık her bağlamda, tarihin her bir kesitinde herkese istedikleri her şeyi söyleyen bir metne dönüşmüştür.
Totaliter dönemlerde, saltanatın meşru olduğunu, demokratik anlayışların hâkim olduğu çağlarda demokratik yönetim biçimlerinin, Orta Çağ aklına egemen olan dünyanın dönmediği düz bir tepsi olduğu inanç ve kabullerinin yaygın olduğu dönemlerde dünyanın dönmediğini, ataerkil yapı ve anlayışların egemen olduğu devirlerde evin reisinin erkek olduğunu, kadının onun tebası olduğunu, çağdaş kabullerin egemen olduğu dönemlerde kadın-erkek eşitliğini, hülasa bilimsel keşif ve icatlarla birlikte, dünyanın dönmesinden, evrenin genişlemesinden, embriyodan, tanktan, toptan, tüfekten ve kitle iletişim araçlarından söz eden bir metne dönüşmüştür.