Huzur, bir günün bin yıl gibi yaşandığı ihtişamlı bir aşkın anlatısı mı? Artık çoktan göçmüş, ihtişamlı bir medeniyetin ardında bıraktığı huzursuzluğun anlatısı mı? 1948 tarihli tefrika duyurusundaki ifadeyle, “Harbin başladığı günün hudutlardan, siyasi muhitlerden, muharebe meydanlarından uzak hikayesi” mi?Bütün bu soruların birbirlerinin yerine geçerek bütünleştiği, bir olduğu; aynı anda hepsinden uzak, aynı anda hepsine yakın müphem bir içselliğin, müstesna bir varoluş sembolizmiyle İstanbul’un hafızası ve müziğin yükselip alçalan ritmi içinde; aşkı ve medeniyeti, sanatla hayatın yan yana aktığı zarif bir dille soylulaştıran Huzur, gerçekte bizim iç hikâyemizdirHuzur, Türk romanının ihtişamıdır.
Sanki kafasının bir tarafında çok zalim, akla gelmedik işkencelerden hoşlanan bir sihirbaz vardı. Birkaç saniye içinde, etrafındaki her şeyi değiştiriyor; mevcudu ortadan yok ediyor, mevcut olmayanları getiriyor, sade yaşadığı anın değil, bütün mazisinin, geçmiş günlerinin çehresini ve mânasını bozuyor, yalnızlık saatlerinin lezzeti olan her hayali tükenmez bir zulüm hâline sokuyordu.
içindeki yalnızlık duygusunu ve azaplı darlığı giderememisti. Hâlâ bir tarafıyla boşlukta yüzüyordu. Kafamla vücudumun arasında ne kadar mesafe var .. Durdu ve düşündü ...