Kader, insandan vazgeçmiyor. Anbean yeniden ve yeniden yazılıyor. Öyle anlar geliyor ki yapmam dediğin şeyi yapıyorsun, katlanamam dediğin şeye katlanıyorsun, sevemem dediğini seviyorsun, gidemem sanırken bir anda çekip gidebiliyorsun, öldüm diyorsun ama yine de yaşıyorsun...
Başlarına ne geleceğini bilmeden uzun bir yola çıkan arayış içindeki genç bir sufi ile aklı karışık genç bir kızın bu yolculuklarında yazgılarından başka güvenecekleri hiç ama hiçbir şeyleri yoktur.
Yedi gün boyunca yanlarında para, yiyecek, kıyafet ve en önemlisi de hiçbir planları olmadan şehir şehir dolaştıktan sonra başladıkları yere geri döndüklerinde onlar için artık hiçbir şey eskisi gibi olmaz.
Sadece yedi günde bile değişebilir miydi insan?
Yeniden yazılabilir miydi kader?
Elbette sadece yedi günde değişebilirdi her şey...
Tıpkı sazlıktaki bir kamışın, yedi evreden sonra içli sesler verebilen bir “ney”e dönüşmesi gibi...
Yıllar yıllar önce bir seminere katılmıştım. O vakitler tanımadığım Hakan Mengüç konuşmacılar arasındaydı. Konuşmasının bir yerinde gözlerimizi kapatmamızı istedi ve bize bir sahil kenarında taş toplattı ama bir sorun vardı benim taşım çok ağırdı ve kaldıramıyordum. Yıllar sonra bile bu seminerden en net hatırladığım görüntü o sahil kenarında o taş ile karşılaşmamdır. Sonra ne oldu, diğer katılımcılara ne söyledi hatırlamıyorum.Kopmuştum sesten, o sahilden başladığım noktaya dönmeden, o taşı kaldıramadan gozlerimi açtım. Şaşırmıştım ve ney sesiyle o taşı düşünüyordum.
Yıllar sonra Hakan Mengüç' ün kitabı elime geçti. Okumaya başladım ama devam edemedim sonra tekrar başka bir kitabı daha buldu beni. Zihnimdeki o taş ile beni buluşturan kişiyle tekrar karşılaşmam tesadüf olamazdı. Sonuç olarak artık ben de tesadüflere inanmıyorum. Bu kitapta Hakan ve Azra'nın yol hikayesini okuyoruz. Kendimize de soruyoruz: Ben böyle bir yolculuğa çıkabilir miydim? Dinlendirici ve akıcı bu kitabın ardından belki günler sürmese de birkaç saatlik minik yolculuklar yapabiliriz.