Şehirler kulağınıza küpe takar. Parmaklarınıza çentik atar.Dillerinize işaret koyar. Alnınıza mührünü basar. O mührün kocaman iziyle birlikte izin verir sokaklara dağılmanıza. Artık o şehirlisinizdir.
Bazen gitmeseniz gelmeseniz de o şehirlisiniz. Değil mi ki ilk içtiğiniz su, o şehrin toprağına aittir. Varlık âleminde görünüşünüzün, büyümenizin, adamlığınızın ilk besini o sudur.Yüzünüzü okşayan ilk rüzgar oraların bozkırlarından kalkıp, oraların havasıyla izdivaç ederek derinizi yalamıştır, nefesinizi açmış, içinizi şişirmiştir. O toprağın ürününden elde edilen sebzeyi, o yörenin ateşinde pişirip çorbanızı kaynatmışlardır. O çorba değil midir biraz da sizin büyümenize vesile olan? İşte bu yüzden siz oralı, o şehirlisiniz. Kendini bir şehre mensup hissetmeyenler var mıdır? Onlara ne demeli? Tarih boyunca büyük insan toplulukları hep ve çok kere bir şehre nispet edilerek anılmışken onlara ne oluyor? Evrensellik ya da hümanizm adına uluslar, kavimler, milletler üstü insan düşünebilir miyiz? Düşünebilsek bile, klinik bir vakıadan öteye geçebilir mi bu münferit olay?