Hangi leylâ aldanır bir mecnunun sesine Kanatlarında arar yitiğini gezginler Süvari, küheylanı hisleriyle dizginler Kanı damlar her gece şiirin rahlesine Ya sen, ey nazlı bahar, duyar mısın âhımı Arıyorum yıllardır kalbinde, sabahımı
"Rabia'ya, onlar, kendisinin henüz girdiği bir yolun karşı köşesini dönüp giden insanlar, biraz sonra göremeyeceği, işitemeyeceği geçiciler gibi geldi."
Erkekler için yaşam sıçrayışlarla doludur: Bir bebek doğar, bir erkek ölür ve bu erkeği sarsar. Çiftliği kurması yitirmesi de öyle. Oysa kadın için yaşam zaman zaman kabarıp çekilen akarsu gibidir. Durmadan akar o su. İnsanlar değişirler ve su akar gider.
Ve güz geldi Ömür hanım. Dünya aydınlık sabahlarını yitiriyor usul usul... ~ Hüznün bütün koşulları hazır Nedenini bilmediğim bir keder akıyor damarlarımdan
Bir insanın yanında onu anlayan, onu seven ve onunla zorlukları beraberce göğüsleyen biri oldu mu yediklerinin pek bir önemi yoktur. Hangi yemeği yerlerse yesinler onda muhakkak beğenecekleri, sevecekleri bir şey bulurlar. Gülnar Yayınları
Hiç görmediği kadına aşık olan bi ozan. Avarelikte derinden hissettiğimiz gerçek duygular. En derinden. Ve uzaktan aşk. Katlanılması ne kadar zor. Türlü kıyafetler içinde olan yapay sözlerden uzakta o sevgi ve yansımaları, burada yakında. Benimle hep benimle. Ay ve güneş gibi. İlkbahar ve sonbahar gibi. Uzakta ama yanımda. Böyle bir his. İkliminde yeşillendiğim bi dünya o. Büyüyor ışık ışık. Uzakta. Hisler ne kadar benzer. Gerçek ve katışıksız. Ruhlar ne kadar benzer. Uzakta. Ama yanımda. İçimde. Ellerimiz uzandı sanki birbirine. Uzakta ama yakında.
Gözlerinin çevresinde sevgi kırışıklıkları olan adam yazdı. Çizimlerine yansıyan , kalemine yansıyan dolu dopdolu bir kalpten çıkan en temiz duygular. Odamdaki kelebekte rüya ile gerçek çizgisi şeffaflaşıyor. Dut ağacının altında yaşanılan gerçekler hisler ve çiçekler ve ufuk çizgisi. Yaşanan talihsizlikler buna rağmen ay ışığında umut ve gerçek sevgi mücadelesi. Balıklar domuzlar da ironi ve mizah iç içe. Hissedilen duygular gerçek, çok gerçek. Ufuk çizgisinde saklı, olmaz denenler ve iyi ki oldular. Çoğalan güzellikler, yaşanan şükürler... Öyle değerli ki şahit olmak bir kalbin dokunuşuna, hissedilen sımsıcak duygulara. Her gün doğumunda ve gün batımında uzakta ama yanında -yakında, kalbi gibi- olduğunu bilmek hissetmek. Tertemiz havayı içine çekmek gibi yüreğin dolması güzelliklerle.
Yolculuk hikâyesi ve umut arayışı. Hepimizin içinde bir umut vardır fakat o orda öylece durur fısıldar zaman zaman ve biz duymamaya başlarız zamanla, bir reaksiyon göstermeyiz, kendi düzenimizden konforlu alanımızdan çıkmak zannedildiği gibi kolay bir şey değildir. Biliyoruz ki o umudun peşine düşmek güç gerektir cesaret gerektirir özgüven gerektirir. Karakterimiz de tam da böyle bir karakter. Gülfeza içimizdeki bir yerlere dokunuyor. Bu topraklardan çıkmış bir kadın. O kadar sahici ki o kadar gerçek gibi ki Gülfeza 'yı yadırgayamadım öylece zihnime kalbime yerleşti sevabıyla günahıyla. Hayran kaldım uğruna savaştığı davasından bir an bile olsa geri durmamasına mücadelesinden taviz vermeyişine cesaretine korkularına rağmen güçlü durmasına. Çünkü korkularımızdır bizi güçsüz kılan. Kızdım ve de sonrasında anladım ki haksızlık ediyorum anladım Gülfeza'ya acıdım. Gülfeza beni o kadar çok duygu yelpazesi içine soktu ki şaşırdım kaldım. Kitabı sanki bir film izlermiş gibi okudum. Yolculuk hikayelerinin ayrı bir tadı lezzeti oluyor bambaşka bir diyara bambaşka bir serüvene atılacakmış gibi hep bir bilinmezlik ve o bilinmezliği merakla bekleme hâli. Bu duyguyu çok seviyorum. Bu kitap da böyle bir yolculuk hikâyesi içinde umut arayan ve onun peşine düşen ve tabi ki içinde kalp ağrısı yaşatan yaşatacak olan bir kitap.
Üçüncü şahıs bir karakterin bir kadına yanık oluşu... Bir tutam da Sadri Alışık ile benzer yanlarından serpiştirilmiş acı bir melankoli ile tanıştırıyor, İlhami Algör. Hep Sadri'ye gıcık oluşu bundan. Aynı zamanda Sadri ile tek paydada buluşmaları ve oluşan o duygudaşlık, hisdaşlık durumu kendi içinde evrenselleşiyor. Kitap ile birlikte... Okuyucu ile birlikte... Müzeyyen tutkudan ne anlar? Üçüncü şahıs etrafında dönmüyor ki dünya, işleri rast gitsin. Sadri Alışık kaderi gibi... Kederi gibi... Hep Orhan ve Müslüm baba kıvamında bir hayattır onlara sunulan. Beğenmezsen yaşama (!) yok. Karşılıksız bir sevme biçiminin zehir zembereğe dönüşmüş yansımaları post-modern çizimler. Hoşça okuyun..
Tüm kasaba halkının işleneceğini bildiği bir cinayetin ayrıntıları... Toplumun cinayeti 'kırmızı pazartesi' Toplum duyarsızlığını insan zihnine vura vura anlatan Marquez, sözcüklerin nakışından ziyade, asıl üzerinde durmak istediği toplumsal rollerin ve tabuların geçit vermez ve kırılamaz bir forma dönüşmesidir. Bundan dolayı hazmedilmesi zor bir yapıt. Anlamsızlık içinde anlam yaratan bir toplum, kendi içinde oluşturduğu mantıkla kendini haklı kılıyor. Oluşan bu evrensel tavrı, çekmeceden çıkarıp masaya yatırıyor Marquez.
'"Onu bilinçli olarak öldüldük." demişti Pablo Vicario, "ama biz masumuz." "Belki Tanrı katında öylesinizdir." demişti, Peder Amador. "Tanrı katında da insanların gözünde de." demişti, Pablo Vicario da. "Bu bir namus sorunuydu."' syf48
Farklı toplum yapısına sahip olmamıza rağmen varolan bir gerçek: Namus olgusu. Tüm toplumu kör ve sağır kılabilecek bir güçte. Ve insanın ruhunu köşeye sıkıştıran güçsüz kılma aracı. İşlenen cinayetle temizlenildiğine inanılan bir leke. Bizim toplumumuzda ve yaşadığımız coğrafyada bu kavram 'kadın varlığıyla' ayakta kalıyor, maalesef. Namusun eşiti 'kadın' oluyor. Bekareti zorla ellerinden alınan kadınlar da, bu cinayetin (namusun temizlenmesi olayı) ortadan kaldırılması gereken bir aracına dönüşüyorlar. Kurumsallaşmış bir halde cehaletin seyrini değiştiremiyoruz, kadın olarak. İşlenen cinayet ile failin yakınlarının üzerine geçen lekenin arındığına inanılıyor. Arınan bir şey yok. Kırmızı siyaha dönüyor. Toplumsal tabular... Yerleşmiş yargılar... Akıl tutulması...
Bu ara sık sık o yalnız balinayı düşünüyorum. Hani diğer tüm balinalardan farklı frekansta bir ses çıkardığı için hiçbiri tarafından duyulmayan, yıllardır okyanusta tek başına dolaşan o kimsesiz balinayı. Herkes aynı şarkıyı söylemek zorunda değil ki. Bunun bedelinin bu kadar ağır olmasına çok kızıyorum. O balinaya büyük bir şefkat duyuyorum, ben ayrılmak istiyorum Osman.
Aklımın duvarlarında gezinen kedi gibi kaçamaklardan lokmalarını toplamış.keyfini sürmek için yoluna düştüğü adımlar bir korkuyu da adrenalin ile pekiştirmek.olsun dediği gibi ayakları toprağa değdi ya yeter bencede :))
Nereye gideceğini bilmiyordu, düşünmemişti bile bunu; bildiği bir tek şey vardı: Bütün bunlara hemen bugün, şu anda bir son vermesi gerekti, yoksa eve dönmeyecekti; çünkü artık böyle yaşamak istemiyordu. Ama nasıl son verecekti Hiçbir düşüncesi yoktu bu konuda. Aslında düşünmek de istemiyordu. Düşünce denen şeyi kovmuştu kafasından; acı veriyordu düşünceleri ona. Bildiği, hissettiği tek bir şey vardı: Şöyle ya da böyle, her şey değişmeliydi; umutsuzlukla, tuhaf bir inançla ve kararlılıkla, değişsin de nasıl değişirse değişsin diye tekrarlayıp duruyordu.