Hava karardığı zaman yolcular arasında bir heyecan dalgasının dolaştığını hissettim, birbirlerinin peşi sıra hepsi sürücüye daha hızlı gitmesi için ısrar ediyor gibiydiler. Uzun kamçısıyla atları acımasızca kırbaçladı, hoyrat hoyrat bağırıp atları hızlandırmaya çalıştı...
Dracula’nın geldiği dünyanın bir bakıma belirsiz oluşu, iki dünya arasındaki sıkışmışlığı, aydınlanma Avrupası için *dış* bir coğrafyayı temsil etmesi, aklın denetim sınırları dışında kalması, tekinsiz olanın uyanması kuralına uymaktadır. Denetlenemez olan, dünyanın bildik bilimsel akli araçlarıyla geri çevrilemez olan şey *ülkeye sızmıştır.* Bir ölümsüz olarak Dracula, romanda iki oluş/durum arasında, tanımlanamayan bir yerdedir: Teritorium incognito. Böyle iki oluş arasında kalmış, varlığı belirsiz biri olduğu için de ne bir gölgeye sahiptir ne de aynada bir yansımaya...
Kitabın ilk üç yüz sayfası film gibiydi. Ikinci yarıdan sonra ise yazılanların hissi bana geçmedi. Kelimelerin kullanımından mı, konuların geçişinden mi bilmiyorum ama sığ bir anlatım vardı. Gerçekçi olmayan, taklit bir tiyatro eserine benziyordu. Karakterlerdeki zorlama iyilik, sahte tavırlar beni itiyordu okurken. Pek keyif alamadım son kısımda bu sebeple.
Şahsi fikrim Stephen King'in Korku Ağı kitabı daha akıcı ve daha doğaldı. Dracula'da okurken hoşuma giden kısımlar ise girişteki korkuyu en iyi yansıtan sahnelerdi.
Bunları bir kenara bırakırsak vampir/gotik türde ilk akla gelen kitaplardan biridir. Vampir hikayeleriyle ilgilenen insanların okumadan geçmemesi gereken bir kitap.