Çanakkale’de yaşananlar, sadece kuru bir "savaş" kelimesiyle açıklanamaz. Orada yaşananlara ancak bir milletin "şahlanışı" denebilir. Osmanlı torunu yiğit Mehmetçikler, yüreklerindeki iman gücüyle dünyanın "Süper Güç"lerine meydan okumuşlardı Çanakkale’de. Hz. Ali’nin Hayber Kalesi’nin kapısını sökerken şahlanışı gibi şahlanmıştı Seyit Onbaşı... O şahlanışla 276 kiloyu sırtlanmıştı. O şahlanışın tesiriyle Müstecib Onbaşı, bir denizaltıyı, periskopundan, hem de top atışıyla yakalamıştı.
Şehit anaları, oğullarını "Ya şehit ol, ya gazi; yeter ki bu vatana düşman ayak basmasın" diye göndermişti cepheye... Kahraman hanımlar da eşlerini cepheye bizzat kendileri uğurlamış, şehadet haberleri geldiğinde de acıyı kalplerine gömmüş, aziz hatıraları için her öğün bir tabak da onlar için indirip kaldırmışlardı sofraya... Zaferi kazandıran yiğitler kadar analar da destanlar yazmıştı Çanakkale’de... Çanakkale destanı, kanla ve gözyaşıyla yazılmıştı.