Stefan Zweig, 1920’lerde yazdığı Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu’nda karşılıksız bir aşkın sahibi kimliksiz bir kadının yaşadıklarını anlatır. İsimsiz bu genç kadın, kendisinden habersiz olan sevgilisine bu uzun mektupta, tanıştıkları ilk günden itibaren yaşadıklarını anlatır. Ömür boyu süren suskunluğun ve saklanmanın sabrını takdir ederken, okur olarak bu kadını tanımadığımız gibi, mektubu okuyan sevgilisi de onun hiç farkına varmamıştır. Hiçbir zaman bilinmemenin yarattığı silinmişlik hissi sayesinde derin psikolojik yönü ve insanın sevgi duygusundan hareketle en dehliz yönlerini, saplantılarını keşfedebildiğimiz bu kısa ama etkileyici eser, Zweig’ın edebi yeteneğiyle birlikte edebiyatımızda unutulmaz bir yere sahip olmuştur. Zweig yazınının başarısını bilen her okur, onun diğerlerine nazaran daha az bilinen bu eserini de hayranlıkla okuyacaktır.
sen, beni asla, asla tanımayan, bir su birikintisinin yanından geçercesine yanımdan geçip giden, bir taşa basarcasına üstüme basan, hep, ama hep yoluna devam eden ve beni sonsuz bir bekleyiş içerisinde bırakan sen, kimsin ki benim için? herkese yürümüşsün caddeler boyu, bana gelince yorulmuşsun... oysa ben... O elleri milyonlarca elin arasından tanırdım... kimdim ki ben senin gözünde? yüzlercesi arasından sadece birisi, sonrasız sürüp giden bir zincirde tek bir serüven halkası. belki de insan her şeyi içine atmaktan boğuluyor zamanla... sizden benimle konuşmanızı rica ediyorum, çünkü kendi suskunluğumda boğulmak üzereyim... dokuz yıl oldu ve sesinin tek bir tonu değişmemiş... bağışla beni, eğer kalemimin mürekkebine arada sırada bir damla acı da karışıyorsa, evet bağışla... insan sabahtan akşama kadar bir şey olmasını bekler ve hiçbir şey olmaz. bekleyip durur insan. hiçbir şey olmaz. insan bekler, bekler, bekler... şakakları zonklayana dek düşünür, düşünür, düşünür... hiçbir şey olmaz. insan yalnız kalır... yalnız... yalnız... insanlar, insanlar, bana ne insanlardan ? yaşın ilerledikçe kimseyle uğraşasın gelmiyor, kendini yetiştirememiş insanlardan uzaklaşıyorsun.. nedenini bilmiyorum ama artık hissizleştim. boğucu yalnızlık duygusundan kimse beni çekip çıkarmıyor. evde bir ölü yaşıyor, fark etmiyor musunuz?