Dostoyevski, ruhsal çözülmelere örnek teşkil eden bu öyküsünde, karısının kendisini aldattığı düşüncesine paranoyakça saplanan ve ruhsal bir bunalımın eşiğinde olan İvan Andreyeviç’in, kıskançlık içgüdüsünün sosyal yaşantısına nasıl işlediğini ve karısını suçüstü yakalamaya çalışırken düştüğü durumları, trajikomik bir üslupla anlatıyor. Öyküde, kıskanç bir kocanın hastalık boyutlarına ulaşan evhamları tahlil edilirken, okura “Ahlâk ve erdem!” gibi kavramlar da sorgulattırılıyor.
Aldatıldığını düşünen bir adamın, utancından dolayı kimliğini gizleyerek 'başkasının karısı' olan bir hanımefendiyi takip etmesiyle geçiyor tüm kitap.
Kadın belki aldatıyor ya da aldatmıyor. Bu esas konu olsa da kitap boyunca insanların birbirlerini aldatıp ahlaksızlıkla suçlamalarının aslında altı boş bir itham olduğunu anlıyorsunuz. Sanki çok basit bir hata yapılmış gibi kimse tepki vermiyor. Sadece lafta suçlamalar yapılıyor. Suçlayan insanlar da bu ahlaksızlığın parçası olmasına rağmen hiç alınmıyorlar, kötü hissetmiyorlar. Öyle tuhaf bir toplum oluşmuş.