“Şehirlerde bulunduğu zaman en büyük zevki; sırmalı kıyafetler içinde, midilli veya at üzerinde, arkasında çifte çifte uşaklarla sokak sokak gezip dolaşmaktan ibaret olan bu beyin İstanbul’a geldikten sonra merakı üç şeye harcandı ki birincisi araba kullanmak; ikincisi alafranga beylerin hepsinden daha süslü gezmek; üçüncüsü de berberler, kunduracılar, terziler ve gazinolardaki ‘garson’larla Fransızca konuşmaktı.”
Tanzimat dönemi şairi, tiyatro oyunu yazarı, yeni bir edebiyat anlayışının savunucusu bir öğretmen ve romancı olan Recaizade Mahmut Ekrem’in 1896 yılında Servet-i Fünûn’da tefrika hâlinde yayımlanan ve önceki eserlerine göre realist anlayışla yazdığı Araba Sevdası romanını Ahmet Hamdi Tanpınar, “bir modanın ve muayyen iktisadi şartlar etrafında hemen bir lahzada teşekkül etmiş köksüz bir kalabalığın romanıdır,” diye tanımlamıştı.
Genç yaşta büyük bir mirasın üstüne konan paşa oğlu Bihruz Bey sefahat odaklı, yüzeysel bir hayat yaşarken, cakasını satmayı pek sevdiği arabasıyla gittiği Çamlıca’da Periveş’e kaptırır gönlünü ve bu geçmişi gizemli afetin peşindeyken her şey usul usul altüst olur.
Recaizade Mahmut Ekrem’den Araba Sevdası, edebiyatımıza kazandırdığı, ne olduğundan çok nasıl göründüğünü düşünen Bihruz Bey gibi unutulmaz bir züppe karakterle, popüler kültürden siyasete kadar pek çok alanda sık sık kullanılan bir tiplemeyi de ölümsüzleştirmiştir.