“Parti’ye sadakat dışında sadakat olmayacak. Büyük Birader aşkı dışında aşk olmayacak. Düşmanın cesedinin başında atılan dışında kahkaha olmayacak. Sanat, edebiyat, bilim olmayacak. Kadiri mutlak hale geldiğimizde bilime ihtiyaç kalmayacak. Güzellikle çirkinlik arasında fark kalmayacak. Merak duymak, yaşamaktan keyif almak olmayacak. Rakip tüm zevkler ortadan kaldırılacak. Ama giderek artan ve gitgide sinsi hale gelen iktidar sarhoşluğu her zaman var olacak Winston, sakın unutma, her zaman. Her an, her zaman bir zafer coşkusu, yere serilmiş bir düşmanı ezip geçme duygusu olacak ama. Sana geleceğin resmini çizmemi istiyorsan, bir postalın bir insan yüzüne bastığını hayal et ama ebediyen.”
Okyanusya’da savaş çığlıklarının, hafızasız bir tarihin, Telebakarların, Düşünce Polisi’nin ve her şeyi bilen ve gören Büyük Bira der’in olmadığı tek yer aşktı belki de. Her şeyin sahibi olan Parti’ye karşı direniş, Cinsellikle Mücadele Gençlik Kolları’ndan Julia’nın, Hakikat Bakanlığı personeli Winston Smith’in eline tutuşturduğu kâğıtta yazan, sihirli “Seni seviyorum” cümlesinde ve uygun adım bir dünyanın, parti üniformalarının yok edemediği haz duygusundaydı. Winston katılaşmış bedenini aşkın, düşüncelerini isyanın kollarına bırakırken, nasıl olduğunu anladığı ama neden olduğunu anlamadığı dünyanın ölüleri olduklarını biliyordu.