Bu çalışma, edebiyatın içinde işte bu “kadına” / “kadın yazarlara” / “kadın metnine” içkin, bir erkek yazarın anlatısında bu biçimiyle (sahihliğiyle, içselliğiyle, derinliğiyle, ya da özgü[n]lüğüyle) var olmasının pek de kolay olmadığı, bu bağlamda bir kadın yazarın “evreninden beslendiği” aşikâr ve bunun imkânlarına açık anlatı dilimlerini kovuşturmaktadır. Bu noktada okurlardan ricam, incelemeyi “erkek yazını” – “kadın yazını” diyalektiğinden tamamen izole olarak okumaları, (içinde muhalefet eden kimi noktaları barındırsa da) kadın yazınını erkek yazınına muhalif biçimde ortaya çıkmış bir “eylem” olarak almamaları, bu bağlamda kadın yazınını “yeni bir tür edebiyat/yazın” olarak nitelendirmeye çalışmamaları; tüm bu karşıtlıklar paradigmasının dışında kalarak, –kadının kendi yaşamsal evreni ve bu evrene içkin duyarlılıkları, öncelikleri zemininde- edebiyatın içinde hangi yeni imkân ve alanların tezahür ettiğini gözlemlemek gayesine yoğunlaşarak okumalarını yapmalarıdır. Meseleye bu cihetle bakıldığı zaman, ayrı, izole, tamamen yeni bir tür olarak kadın yazınından söz edilemeyecekse bile, bünyesinde özgün duyarlılıkları ve öncelikleri barındıran bir “kadın metninden”, bu bağlamda anlatıların içinde tecessüm eden “kadına içkin alanlardan” söz etmenin mümkünatı, hatta tartışılmazlığı, öyle sanıyorum, herkesin malumu olacaktır.