Livaneli'den okuduğum ikinci kitap. Son Ada da politik mevzular içeren bir kitaptı. Bu kitap da öyle ancak buradaki yazım çok daha akıcı ve sürükleyici. Bazen tüm mesajları unutup sadece kurgusal bir öyküymüş gibi okuduğum oldu. Kitabın ismi de oldukça ironik.
Türkiye'den başka bir ülkeye sığınmacı olarak gitmiş olan Sami, bir hastalığı olduğuna kendisini inandırmış birisi. Hastenede karşılaştığı geçmişinden bir isimle intikam planları kurması ve kendi iç çatışması anlatılmış.
Kardeşimin Hikâyesi kitabını okumadan önce incelemeleri okumuş, biraz fikir sahibi olmuştum. Yorumlamalar genelde olumsuz yöndeydi. Beklentilerini karşılamadıklarına dair açıklamalar gözüme çarpmıştı. Oysa ben bu düşüncelere sahip olmadım hikâyenin hiç bir sayfasında.
"Aşk bir uçurumun kıyısında gözü bağlı yürümektir" diyor yazar. O zaman gözlerini açtığında ölümle yüzleşmek demek, değil midir aşk?
Kitap boyunca bir düşün içinde, binbir gece masallarının arasında gezinirken buldum kendimi. Dili sade, yormayan, kafa bulandırmayan ve sarıp sarmalayan bir anlatıma sahipti.
Ahmet Arslan, hikâyeyi kendi ağzından dinlediğimiz, ikizi olan bir karakter. Oldukça farklı bir karakter olduğunu daha ilk bölümlerde açıkca belirtiyor. Dokunma fobisini okuduğumda otizmli olabileceği kanısına varmıştım Ahmet'in. Sonra hikâyenin işleyişi ve konular derinleşince karakterin özellikleri de değişti gözümde.
Fazlasıyla spoili incelemeleri düşününce, ben konuyu anlatmaktan çok yazarın bize sunduğu yazarlar, kitaplar, ve alıntılardan söz etmek istiyorum. Yazar, Şirazlı Sadi'nin sözlerinden Nietzsche ve Tolstoy'a kadar edebi alıntılara çokça yer vermektedir. Kendinizi bir kültür mantarı gibi hissediyorsunuz bu yolculukta. Kitap ormanında yaşayan bir kültür mantarı....