Kendi konağında ailesiyle birlikte yaşayan Münire'nin hikayesini okuyoruz. Kitabın on ikinci sayfasında, "Insanlar içinde niceleri aşk yolunda can verdiler. Niceleri cinayet işlediler ve bir nicesi de veremden sararıp solmaktadır. Benim maceramda ise, ne intihar, ne cinayet, ne de hastalık var. Bundan bir roman mezvuu çıkartmak nasıl aklımdan geçebilirdi?" diyor ancak kendi hikayesini okuduktan sonra Münire'ninkinin de küçümsenemeyecek kadar trajik olduğunu anlıyoruz.
Çünkü saydıkları acı verici de olsa, bir genç insanın geleceğini yok sayarak hiç sevmediği birisiyle evlendirmek ve onu tamamen yabancı bir yerde çaresiz yaşamaya mecbur bırakmak da o insanı verem edebilecek bir derttir.
Günümüzde odamızdan çıkmadan uzun süre zaman geçiriyoruz değil mi? Ama yalnız değiliz Münire gibi. Elimizdeki en basit telefonla bile bizim gibi insanları bulup dertleşebiliyoruz. Ancak Münire'nin evlilik günlerini okurken midem bulandı ve başım ağrıdı. O evde geçirdiği zaman boyunca konuşacağı kimsenin olmaması, tamamen yalnızlığa hapsolması ve günümüzde teknolojiden canımız sıkılınca yaptığımız gibi ceketini alıp kafasına göre yürüyüşe çıkamaması oldukça iç karartıcı detaylardı. Zaten o dönemlerde özellikle kadınlar pek dışarı yalnız çıkmıyorlar. Çıkarlarsa da üstü kapalı arabalar ve eşlik eden hizmetliler ile çıkıyorlar.
Ne dışarıda ne içeride, hiç yalnız kalıp ağlayamadığınızı, yürürken taşları ayağınızla sürükleyip kendi kendinize yabancı sokaklara giremediğinizi düşünün cinsiyetiniz ve yaşınız ne olursa olsun. Evde de üstelik, eşiniz olacak insanın sizi aldattığını, üstüne de normal bir sohbeti sürdürecek kapasitesi olmadığını düşünün.
Bence yeryüzünde cehennem bu şekilde olurdu. Hem manevi yalnızlık hem de fiziksel olarak yalnız olamamak.
Naim Efendi'nin konağında başlıyor tüm hikaye. Naim Efendi tam bir Osmanlı kültürünün insanı. Fakat torunları ve damadı ise yeniliklere çok düşkünler. Kızı ise pek bir şeyi umursuyor gibi görünmüyor. Ne kocasının, babasına olan art niyetli tutumu ne de çocuklarının yanlış yolda gidiyor olmaları kadını pek alakadar ediyor kitapta.
Fatih Harbiye'de olduğu gibi yine batı kültürü meraklısı bir genç kız var olayın temelinde. Dedesi tarafından seviliyor ve karşı gelinmiyor hiçbir isteğine. Torununa süslü bir kıyafet almak konağın birincil ihtiyaçlarını gidermekten daha mühim Naim Efendi için.
Yaşlı olduğu için mi, yoksa artık hiçbir şeyi umursamadığı için mi bilmiyorum ama Naim Efendi kendi elleriyle sonunu hazırlıyor. Normal ve sağlıklı düşünen insanların yapacağı ilk şey kendisini suistimal edenlerden ailesi olsa bile uzak durmaya çalışmak, o da olmazsa araya belirli bir manevi ve maddi duvar örmektir ki yaşlılığının son anları huzur içinde geçebilsin. Ancak kendisinin tutumu, daha hızlı öleyim, arzusuyla üst üste yanlış kararlar vermek.