Biz her şeye, esirgeyen ve bağışlayan, çokça esirgeyen ve çokça bağışlayan, hep esirgeyen ve hep bağışlayan Rabbin adıyla başlayan adamlarız Anna. Büyücülerin, haramilerin, borsacıların, reklamcıların, korsanların, işgalcilerin, bankacıların elinden kurtulmamız da bundan.
Geçmişi değiştirebilmenin bir yolu var mıdır diye düşünüp duruyordun bir zamanlar. Acizliğin, bu sorunun anlamsızlığını, tuhaflığını görmene mâni oldu. Geçmişi değiştirebilmek. Bunun ihtimal dışı olduğunu kabullenmeye yanaşmadın. Yapman gereken şey sorularını değiştirmek, yüzleşmek ve rıza göstermekti. Yapamadın. Orada gördüğün kendinle yüzleşmeyi reddettin. Utancından.
İnsanı ağır yaralayan her ne varsa, yaşanıp bittiği andaki acısıyla kalabilseydi, tahammül gücümüz ayakta durmamıza yetebilirdi. Öyle kalmadığını öğreneli çok zaman oldu. O keskin acı, o yaralayıcı savruluş hafızamızın korunaklı odalarında ilk andaki kadar taze, ilk andaki kadar sarsıcı, ilk andaki kadar kederli var olmaya devam ediyor.
"Ne tuhaf, insan birini sevmeye başladığında, dünya yaratıldığı günden beri hayatındaymış gibi geliyor. Onun için de aynısını hissediyorsun. O yokken, yere düştüğünde kim kaldırıyordu seni, kaybolduğunda kim buluyordu, kime sığınıyordun, kim arındırıyordu kirlerinden, hatırlayamıyorsun."
Tuhaf bir mutlulukla doldu için; bir kalbin olduğundan değil, ona gerçekten dokunabilen birinin varlığından. Hemen arkasından bir sancı gelip geçti içinden. "Birinin kalbine böylesine rikkatle dokunabilmek ancak derin acılara maruz kalanların maharetidir." Yüzüne daha dikkatle baktın. "Kim bilir" diye düşündün, "saçlarında açan nar çiçeklerinin arasında hangi gönül ağrısını, hangi yaşamak kederini gizliyor bu kadın?"