1974te doğdu. 1994te İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesinin sanat tarihi bölümünden mezun oldu. Cambridge Üniversitesinde felsefe eğitimi aldı.
1997 yılında Dolmabahçe Sarayı na sanat tarihçisi olarak girdi. Saraydaki saatlerin hemen hepsinin bozuk olduğunu görünce saraya zaman zaman gelen saat tamir ustası Recep Gürgen den mekanik saat tamiri işinin inceliklerini öğrendi. Milliyet gazetesinden Mehmet Kenan Kaya ile söyleşisinde mesleğe başlama sürecini şöyle anlattı:
"Ben Milli Saraylar a sanat tarihçisi olarak girdim. Başladığımda bana çalışabileceğim bölümleri sıraladılar ve hangisini istediğimi sordular. Ben de saat bölümünü seçtim. Ötekilerin yanında daha cazip geldi. Aslında benim işim başta bir araştırmacı olarak saatlerin envanterini falan çıkarmaktı ama onlara yakından bakınca mekanizmalarını çok merak ettim. Bu yüzden bir dönem saraydaki saatleri de tamir etmiş olan Recep Usta yı yalvar yakar ikna ederek onun çırağı olmak istedim. Ama bu, öyle böyle bir istemek değil. İşten bile ayrılacaktım ikna edemeseydim. Neyse ki sonunda kabul etti."
Recep Gürgen ile birlikte 26 Eylül 2003te Dolmabahçe Sarayının iç hazine binasında bulunan Türkiyenin ilk ve tek saat müzesini kurdu.
Şule Gürbüz, hâlen Milli Saraylar İdaresi Başkanlığı bünyesindeki Saat Restorasyon Atölyesi nde mekanik saat tamir ustası olarak çalışmaktadır. Kendisi de saat koleksiyonu yapan Şule Gürbüz, 35 kadar saatten oluşan bir saat koleksiyonu sahibidir.
Konservatuarda müzik eğitimi de alan, viyolonsel ve kilise orgu çalabilen Gürbüz, Elektronik eşyalardan ve bilgisayardan hoşlanmadığını ifade etti:
"Elektronik hiçbir şey beni ilgilendirmiyor. Bilgisayar kullanmayı bile bilmiyorum. Hiç ilgimi çekmiyor böyle aletler. Dokunasım gelmiyor. Bir tek arabaları seviyorum, onlar da mekanik zaten."
Yaşamın ve yaşantıların içinde kaybolmak ne zordur. Gerçekten "O benim," demek ve buna yine de bir anlam verilmemesi ve kendini kendi gözünle bile seçememek ne zordur.
Şule Gürbüz, Türk edebiyatının kendine özgü ve derinlikli kalemlerinden biri. Coşkuyla Ölmek, yazarın dili nasıl ustalıkla bir düşünce akışına çevirdiğini gösteren çarpıcı örneklerden. Kitap, ölümle yaşam arasındaki duygusal, entelektüel ve felsefi gelgitleri coşkulu bir anlatımla ortaya koyuyor
> Kitap, klasik bir olay örgüsüne bağlı kalmaksızın, daha çok bir zihinsel iç monolog ve varoluşsal sorgulama olarak ilerliyor. Ölüm fikri, yaşamın anlamsızlığı ya da anlamı, benlik arayışı, zamanın geçiciliği gibi temalar yazarın kendine özgü diliyle harmanlanıyor. Gürbüz’ün karakterleri çoğu zaman dış dünyadan çok iç dünyada yaşar; bu kitapta da durum farklı değil.
> Coşkuyla Ölmek, okuru hem bir düşünce deryasına hem de bir duygu kasırgasına sürükler. Cümleler uzun, çoğu zaman bilinç akışı tekniğini andırır; ama bu yoğunluk, okuru kitabın içine çeker. Gürbüz'ün anlatımı hem klasik hem deneysel bir tarzı bir arada sunar.
> Gürbüz, bu kitapta ölümü bir son değil, coşkunun bir zirvesi gibi konumlandırıyor. Yaşamak sadece nefes almak değil, bir anlam uğruna yanmak, tükenmek, hatta "ölerek" tamamlanmak olabilir.
> Coşkuyla Ölmek, herkesin kolayca tüketebileceği bir kitap değil; ama edebiyatta derinlik, düşünce ve estetik arayanlar için eşsiz bir deneyim sunuyor. Yavaş yavaş okunması, sindirilmesi gereken bir kitap. Gürbüz’ün diliyle kurduğu dünya, okuru sıradanlıktan uzaklaştırıp kendi iç gerçekliğine götürüyor. -