Hasan Öztürk’ün kaleme aldığı Yazdıkça ve Yaşadıkça Edebiyat, edebiyatın yalnızca kitap sayfalarında kalan bir alan olmadığını; insanın yaşadıklarıyla, düşünceleriyle ve iç dünyasıyla şekillenen canlı bir süreç olduğunu anlatan deneme türünde bir eserdir. Yazar, edebiyatı hayatın içinden koparmadan ele alır ve okura yazmanın da yaşamak kadar doğal bir eylem olduğunu hissettirir.
Kitapta edebiyat; bir ders konusu ya da kurallar bütünü olarak değil, insanın kendini ifade etme ihtiyacı olarak sunulur. Hasan Öztürk, yazmanın insana düşünmeyi, anlamayı ve kendini tanımayı öğrettiğini vurgular. Yazdıkça insanın olgunlaştığını, yaşadıkça yazacak yeni anlamlar bulduğunu dile getirir. Bu yönüyle eser, okuru hem yazmaya hem de hayata daha dikkatli bakmaya davet eder.
Hasan Öztürk’ün Yazdıkça ve Yaşadıkça Edebiyat adlı eseri, yalnızca bir deneme kitabı değil, aynı zamanda bir edebiyat yürüyüşünün, düşünsel bir iç yolculuğun iz düşümü. Her bir yazıda hayatla edebiyat arasındaki geçişgenliğe tanıklık ediyoruz. Hasan Öztürk, yaşadıklarını yazıya dönüştürürken, yazdıklarıyla da hayatı yeniden anlamlandırıyor.
Kitap, tek bir konuya saplanmadan mutluluk, çevre, dil, sanat, birey, toplumsal yapı gibi birçok meseleyi içten ve derinlikli bir biçimde ele alıyor. Edebiyata tutkuyla bağlı birinin kaleminden çıkan bu metinler, okuyucuyu yalnızca bilgiyle değil, duyguyla da besliyor.
Öztürk’ün denemeleri, didaktik değil, aksine davetkar. Okuyucuyu sorgulamaya, düşünmeye, hatta itiraz etmeye çağırıyor. Yazının okurla tamamlandığını hatırlatıyor sık sık. Bu yönüyle, metinler yalnızca okunmuyor üzerine düşünülüyor, altı çiziliyor, tartışılıyor.
Kitabın en dikkat çeken bölümlerinden biri, hayali bir “yazarlar masası” kurarak farklı dönemlerden edebiyat ve sanat insanlarını aynı metinde buluşturması. Halit Ziya ile Rilke’yi, Tanpınar’la Van Gogh’u bir araya getiren bu sayfalar, okuru sadece edebi değil, zihinsel bir diyaloğun da içine çekiyor.
“Yazdıkça ve Yaşadıkça Edebiyat”, her yaştan ve her birikimden okura seslenebilecek bir kitap. Ama özellikle kalemiyle hayata temas etmek isteyenler için ayrıcalıklı bir kaynak niteliğinde. Çünkü Öztürk, yazmayı bir eylem olarak değil, bir varoluş biçimi olarak görüyor.