"Zamanların en iyisiydi, zamanların en kötüsüydü; bilgelik çağıydı, ahmaklık çağıydı; inanç devriydi, inançsızlık devriydi; aydınlık mevsimiydi, karanlık mevsimiydi; umudun baharıydı, umutsuzluğun kışıydı; önümüzde her şey vardı, önümüzde hiçbir şey yoktu; hepimiz doğrudan cennete ya da hep birlikte doğruca diğer yola gidiyorduk.... Kısacası devir o kadar şimdiki devre benziyordu ki, devrin en çok ses çıkaran yetkililerinden bazıları, "iyi" ve "kötü" sıfatlarının karşılaştırılmasının yalnızca üstünlük açısından yapılmasında direniyorlardı."
"Aynı çekiçlerin altında bir kere daha dövülerek şekli bozulan insanlık, kendini yine eski işkence görmüş haline geri döndürecektir. Yine aynı aç gözlülük ve zulüm tohumlarını ekin toprağa ve yine aynı meyveleri toplayın."
Pip'in Büyük Umutları da olabilirdi kitap ismi. Vurgulanmak istenen de Pip karakterinin umutları ancak bana kalırsa Pip, umutsuzluk abidesi bir çocuk ve büyüyünce de aynı yolda ilerleyen bir adam.
Kitabın ana konusu olan mahkum ve çocuğun karşılaşması ise başlangıçta bununla ilgili bir hikaye okuyacağım izlenimini vermişti. Ancak uyarmalıyım ki bu kısım kitabın üçte birini ancak oluşturuyor. Çocuğun ve hayatını kurtardığı mahkumun hikayesinin tatmin edici ölçüde yazıldığı kanısına kapılmayın.
19.yy Victorian döneminin en ünlü yazarlarından Charles Dickens, yine bu dönemin ekonomik gelişme, yoksulluk, sömürü gibi öne çıkan konularını anlatan bir magnum opus yaratmış.
Dürüst olmak gerekirse kitap oldukça sıkıcıydı. Ismini çok duymuştum ve beklentim de yüksekti. Ancak karakterlerde bir şeyler eksikti ve hiçbirine yakınlık hissedemedim. Görünürde bir sorun olmasa da okurken keyif alamadım.
Evet, verilmek istenen mesajı kolayca anlıyorsunuz. Fransız Devrimi'ne neden olan olayların insanları nasıl intikam ve öfke yoluna ittiğini anlamak zor değil. Hatta henüz kişisel nedenleri bilmeden bu kadar da abartılmaz, dediğim durumlara sonradan sempati bile duydum.
Haksızlık, yine zengin aristokratların, elinde olan imkanlarla hayatın tadını çıkarmak yerine sadistliklerini gizleyemeyip insanların azıcık yemekleri, emekleri ve hatta bedenleri üzerinde hak iddia etmeleri doğal olarak sömürülen halkı kör bir şekilde adaletten uzak bir intikam arayışına itiyor.
Charles Dickens, Christmas Carol kitabının da yazarı olan Victoria döneminin en ünlü yazarlarından birisidir. Zor Yıllar kitabında, yaşadığı İngiliz toplumunun sosyal ve ekonomik eleştirisini yapar. Bunu yapmak için kendine farklı tiplerde karakterler belirlemiş.
Bir tanesi insanı hesap makinesi olarak gören, her türlü hayal gücünden yoksun olan ve sürekli karşımıza çıkacak olan iki ana karakterdir. Bunlar yaşamı matematik ve formüller üzerine değerlendirirler. Diğer yandan bu insanlara tamamıyla akılcı diyemeyiz. Çünkü aslında duygudan yoksun ve mantık doğrultusunda hareket eden bireyler değiller. Bunu kendi çıkarları adına aldıkları kararları okurken de görebilirsiniz.
Ufak bir örnek verecek olursam belki de torunu yaşındaki bir kız bir kızla evlenmek istemesini söyleyebilirim. Çünkü mantıklı bir birey, o kadar genç yaştaki bir kızın kendi olgunluğuna denk olamayacağını, zaman zaman hatalar yaparak mantığın dışına çıkacağını öngörebilir.
Bir diğer tür ise bu karakterlerden birinin ailesine dâhil olan çocuklardır. Çocuklar hesap makinesi olan ailelerinin ve kendi çocuksu hayal güçlerinin arasında kalmışlardır. Ikisi arasinda taraf seçemedikleri için bocalayıp dururlar ve sonunda ruhlarını bir anlamda kaybederler.
Üçüncü tip insanlar ise bir sirkte/fabrikalarda çalışan ve tamamıyla insani duygularıyla yaşamlarını sürdüren kişilerdir. Elbette bunları okurken de göreceğiniz gibi alt sınıfa aitlerdir.
Sanırım yazarın burada vermek istediği mesaj, döneminin Ingiltere'sinde insani duygularıyla yaşamaya çalışan birinin para kazanamayacağı ve ekonomik anlamda hep daha aşağıda kalacağıdır. Onların aksine insanları hesap makineleri olarak gören, kendi ailelerine karşı bile hiçbir sempati beslemeyen acımasız diyebileceğimiz insanlar ise ekonomik anlamda yönetici konumundadır.