Arkadaşlarımın çoğu gibi mektebe lalalarla, uşaklarla gitmedim. Ne yeni süslü elbiselerim, ne su geçirmez protinim , ne sıcak pantolon vardı. Daima diz kapaklarım yamalı, daima dirseklerim biraz dışarı fırlamış gezdim. Hiç kimse mektebe giderken bin türlü sıkı tembihle öpmedi beni, ne de akşamüstü yolumu dört gözle beklediler.Hatta eve ne kadar geç gelirsem etrafındakiler o kadar rahattı. Bununla beraber mesuttum. Bütün bu şeylerin yokluğuna karşılık hayatı ve sokağı kazanmıştım. Mevsimler, insanlar, hayvanlar eşya en munis, en değişik yüzüyle benimdiler..
-Hiçbir şeyi kendimize kader yapmaya hakkımız yoktur. Hayat o kadar geniş ve insan o kadar büyük meseleler içinde ki… Onu kavramak için düşüncelerimizde ve hayatımızda hür olmalıyız. Sonra da ağır bir sesle: -Mesuliyetini taşıyacağın fikrin adamı ol! Onu kendi uzviyetinde bir ağaç gibi yetiştir. Onun etrafında bir bahçıvan gibi sabırlı ve dikkatli çalış!
Bu kitap kadar ilk sayfalarda okurun gözünü korkutan ve anlaşılmaz bir giriş yapan başka kitap var mıdır bilemiyorum. Ilk başladığımda, "Aldık mı başımıza belayı." diye sızlanmıştım. Ancak elli sayfadan sonra o kadar hızlı akmaya başladı ki nihayet kurgunun içine girebildim.
Hayri Irdal'ın gözünden kendi hayatını ve diğer karakterleri okuma şansınız olacak. Hayri ortalama birisi gibi görünse de aslında çok ilginç bir tip. Insanlarla ilişkileri, ağzını açsa başını belaya sokması, yüzünü görenin işinin bir hafta ters gitmesi okuyanı hem eğlendiriyor hem de Hayri için üzülürken buluyorsunuz kendinizi. Bir insan bu kadar mı kısmetsiz, basiretsiz olur diye öfkeleniyordum kitabın yarısına kadar. Kendisini hamal gibi kullanıp parasını yiyen ikinci karısı ve onun kız kardeşleri, Hayri'ye hasta teşhişi koyan ancak kendisi tam bir numune olan Psikiyatrist, hepsine müthiş sinirlendim. Zavallı Hayri...