Dünya edebiyat tarihinin en etkileyici giriş cümlelerinden.
Zamanların en iyisiydi, zamanların en kötüsüydü, hem akıl çağıydı, hem aptallık, hem inanç devriydi, hem de kuşku, Aydınlık mevsimiydi, Karanlık mevsimiydi, hem umut baharı, hem de umutsuzluk kışıydı, hem her şeyimiz vardı, hem hiçbir şeyimiz yoktu, hepimiz ya doğruca cennete gidecektik ya da tam öteki yana - sözün kısası, şimdikine öylesine yakın bir dönemdi ki, kimi yaygaracı otoriteler bu dönemin, iyi ya da kötü fark etmez, sadece 'daha' sözcüğü kullanılarak diğerleriyle karşılaştırılabileceğini iddia ederdi.
Ve kendine soruyorsun: Nerede hayallerin? Ve başını sallıyor, şöyle diyor: Yıllar ne çabuk geçiyor! Ve yine soruyor kendine: Ne yaptın bunca yılı? En iyi zamanlarını nereye sakladın? Yaşadın mı yaşamadın mı? Baksana, diyor kendine, baksana, yeryüzü nasıl soğuyor. Daha yıllar geçecek ve peşinden kasvetli yalnızlık gelecek, bastonlu, titrek yaşlılık gelecek, peşinden de sıkıntı ve bunaltı. Fantastik dünyan ağaracak, donacak, hayallerin kaybolacak ve ağaçlardan düşen sarı yapraklar gibi dökülecek.
Kitap Karamazov ailesine mercek tutuyor. Bu aile Fyodor Pavloviç (baba), Dmitri (büyük çocuk), Ivan (ortanca çocuk), Aleksey (küçük çocuk) ve Smerdyakov (gayrimeşru oğul+uşak) tarafından oluşuyor. Fyodor’un oğulları Dmitri farklı bir anneden, Aleksey ve Ivan ikinci anneden, Smerdyakov ise düşkün bir sokak kadınından gayrimeşru şekilde dünyaya gelenler. Ana hikaye bunlar üzerinden işliyor. Birçok yan karakter var ama en önemlilerini anlatacağım.
Fyodor Karamazov
Baba Fyodor, zamanında zengin kadınlarla muhabbete girip bayağı ölçüde zenginleşmiş yoz bir adamdır. İçkisi, kumarı, hovardalığı çoktur. Huyu da Smerdyakov hariç diğer oğullarına taban tabana zıttır. Onlarla geçinemez. Özellikle büyük oğlu Dmitri ile. Düşman gibidirler çünkü bunun bir kadınla ilintisi vardır. İkisi de Gruşenka isimli bir kadına âşıktırlar ve onu elde etmek için uğraşırlar. Dmitri bir gün babasına el kaldırır bunun yüzünden. Kanlı bıçaklı olmuşlardır artık.
Aleksey (Alyoşa) Karamazov
Aleksey kendini dine adamış, akıl hocası Zosima’nın sözünden çıkmayan bir gençtir. İlerde bir rahip olmak ve kendini manastıra adamak ister. İyi huylu, saf, yumuşak başlı birisidir. Kardeşlerini ve babasını sever. Ivan’la ayrı bir bağı vardır. Onunla felsefi ve dini muhabbetler ederler. Yani Aleksey (Alyoşa) bu hikâyenin en temiz kişisidir.
Ivan Karamazov
Ivan ise her olaya mantık çerçevesinde bakan, ateizmi benimsemiş. Neden sonuç ilişkisini, Tanrı inancını ve diğer sosyolojik olayları sorgulayan bir karakterdir. Çok düşünür, çok konuşur. Alyoşa ile muhabbetlerinde Tanrı neden böyle ya da şöyle diye argümanlar sıralar. Çok keskin bir zekâsı vardır. Duygusuz görünmesine karşın oldukça duygusaldır. Zaten romanın sonlarına doğru işler zıvanadan çıktığında en çok bu karakterin bölümleri etkiler bizi.
Dmitri (Mitya) Karamazov
Dmitri fevri hareketleri olan, sert mizaçlı en büyük oğuldur. Duygularının esiri olmuştur adeta. Babasına alkolik olmak konusunda benzer. Kendisini sevip onunla evlenmek isteyen bir soylu kadını reddeder. Gruşenka’nın esiri olur. Onsuz bir hayat düşünemez. Romanın kilit adamıdır çünkü asıl hikâye Dmitri’nin yaptığı ya da yapmadığı bir olay üzerinden ilerleyecektir.
Pavel Smerdyakov
Smerdyakov, Fyodor’un gariban bir kadına tecavüz etmesi sebebiyle dünyaya gelmiş gayrimeşru oğludur. Sara hastasıdır, sinsi ve rezil düşünceleri olan birisidir. Hikâyeye doğrudan etkisi vardır özellikle Ivan’ı çok sever, düşüncelerini önemser. Ivan’a olan etkisini yazı ilerledikçe konuşuruz.
Buraya kadar roman hakkında spoiler vermedim. O yüzden buradan sonrasını kitabı okuyanlar devam etsin. Kitabı okumayanlar ise mutlaka kitabı okumaya başlasın. Keşke benim de ilk defa okuyabilmek gibi bir şansım olsaydı. Bazı bölümler ağır ilerlese de sabredip dayanmanızı tavsiye edeceğim.
Karamazov’ların evinde gürültü patırtı hiçbir zaman eksik olmuyor. Büyük bir gerginlik var her zaman. Dmitri ile Fyodor hep kavga ediyor, sözlü atışıyorlar. Bir gün Fyodor Pavloviç cinayete kurban gidiyor. Doğal olarak baş şüpheli büyük oğlu Dmitri oluyor. Herkes o kadar emin ki onun yaptığından. Kendini savunamıyor bile. Bunun üzerine tutukluyorlar Dmitri’yi. Kardeşleri dahi onun yaptığını düşünüyor başlangıçta. Sadece Aleksey suçsuz olduğunu düşünüyor. Ivan ise umursamıyor. Çünkü o da babasından nefret eden biri. Dmitri’yle ise çok muhabbeti yok.
Ivan, Smerdyakov’la olan birkaç muhabbetinde Tanrı’nın olmadığını ve dünyada her yolun mubah olduğunu söylüyor. Smerdyakov sinsi, çok iyi rol yapan bir adam. Ivan’ın görüşlerine tapacak derecede biri. Bir gün Ivan şüpheleniyor tavırlarından ve Smerdyakov’u sıkıştırıyor. Smerdyakov diretiyor, diretiyor. Sonunda çorabına sakladığı Fyodor Pavloviç’in para destesini çıkarıyor. Fyodor’u öldürüp sara nöbeti geçiriyormuş gibi yaptığını itiraf ediyor. Ivan bu olaydan sonra giderek içe kapanmaya başlıyor. Tanık olsam mı olmasam mı konusunda kararsız kalıyor.
Bu olayın sonucunda yavaş yavaş aklını yitirmeye başlıyor. Smerdyakov ise intihar ediyor. Artık olayı ispatlama şansının olmadığını anlayan Ivan, rüyasında şeytanı görüyor onunla konuşuyor. İşin içinden çıkamadığında ise büsbütün deliriyor.
Bu olaylar olurken babasına karşı suçluluk psikolojisine giren Dmitri olayı yalanlamıyor tamamen kendini katilmiş gibi gösteriyor. Kendini savunmuyor. Ivan işin gerçeğini bilip kanıtlayamadığı için deliriyor aslında.
Romanın sonunda Dmitri Sibirya’ya kürek cezasına yollanıyor, Ivan’ı söyledik, Alyoşa ise hasta bir çocuk sayesinde tanıdığı diğer çocuklarla yoluna devam ediyor ve manastıra kapanma fikrinden vazgeçiyor.
Öyle bölümler var ki adrenalin tavan yapıyor. Bu bölümler genellikle Ivan’ın bölümleri. Büyük Engizisyoncu, Şeytanla Konuşma ve Smerdyakov’la girdiği 3 muhabbette resmen tüylerim ürpermişti. O kadar moda sokan bölümler ki, heyecanlanarak okumuştum. Bu heyecanı en son Budala romanının sonlarında hissetmiştim.
Çok büyük bir roman. Dünyada bu romana yaklaşabilmiş bir yapıt göremiyorum. Dünya ve Rus klasikleri arasında “klasik” sıfatının hakkını bu kadar veren bir roman okumadım. Okuduğumda etkisinden çıkamadığım ender romanlardan. 1000 sayfanın üzerinde olmasına karşın müthiş akıcılıkta bir roman. Bu romanı İş Bankası Yayınları’ndan okumanızı kati suretle tavsiye ederim.
İyi ki yazılmış, bir okuyanın defalarca okuyacağı türden bir roman Karamazov Kardeşler.
Bu kadar gerçeğe yakın romanlar hep etkilemiştir beni. Belki de sorun sadece biz erkeklerdedir. Yanlış kadını sevme huyumuzdandır her şey. Sadece çekici ve kadınlığını ön plana çıkaran kişilere hayran olmamızdandır. Prens de sıradan bir erkek gibi Nastasya'nın güzelliğinden büyülendi. Nastasya onu ne kadar reddedip parmağında oynatsa da hep onu sevdi. Bu yüzdendir ki hayatının aşkını kaybetti.
Özette anlatmadığım çoğu olay var tabi. Ippolit Terentyev'li bölümler büyük derinlik içeriyor mesela. Kitap 800 sayfa olsa da akıp gidiyor. Bu kitabın ana fikri budalalıktır tabi ki. Ama kahramanın hasta olması, kendini yetiştirmiş olmasına engel olmamıştır. Çok geniş bir birikimi vardır prensin. Bu bilgi birikim yine de yanlış karar vermesine mani olamamıştır. Kitabı bitirdiğinizde onun adına üzülürsünüz, Aglaya ile evlenseydi sonuçlar ne olurdu diye düşünürdünüz. Kötü sonlu kitaplar daha büyük duygu patlamalarına sebep oluyor. İsmiyle ana fikri bu kadar örtüşen o kadar fazla kitap yoktur sanıyorum.
Kendimi bulduğum karakter Parfen Rogojin idi. Belki onun kadar bir kadına ilgi duyduğumdan ve beni pervane etmeye çalışmasından. Bu karakter çok sabırlıydı bana kalırsa. Son ana dek Nastasya'nın onu sevebileceğini düşündü hep. Evlilik töreninden Nastasya'nın istemesiyle onu kaçırdığında belki de dünyanın en mutlu adamı olmuştu. Nastasya'yı eve götürdüğünde neler olduğunu anlatmamış Dostoyevski ama anlamak çok da zor değil. Karakteri oturmamış biriyle kadın veya erkek, çileden çıkarsınız illa ki. Çileden çıkmak demek cinayet işlemek demek değil. Ama demek ki son kuşu da kaçırmış avucundan Parfen. Umarım kimse bir kadını onu öldürecek kadar çok sevmez..
Birkaç kez daha okumaya karar verdim bu klasiği. Ben de müthiş duygular uyandırdığı kesin..