Durakta bekliyorum. Hava buz gibi. Nisan ayında yemyeşil tepelere yağan kar, akşam olunca şehrin eteklerine bırakıyor namını. Öyle ki başartülü bir heykel gibi kalakalıyorum olduğum yerde. Az ötede iki delikanlı, ellerinden çıkan dumanı yaklaştırıp dudaklarına üflüyordu göğe doğru. Sanırım ikisi de daha 17, 17 , 17 mi ne yaşlarındalardı. Ve yine sanırım acayip aşıklardı. Tam karşıdan geçen cenaze aracının yanıp sönen sireni dikkatlerini çekmiş olmalı ki araca doğru başladılar koşmaya. "Abi, abiiii bizi de al. Bizi de al be abi" diye bağırıp caddenin ortasına koca bir kahkahayı bomba gibi bırakıp kaçıştılar. Şimdi ben oturduğum koltuğumda onların bu deli halini düşünüp, gülüyorum kendi kendime. Gençlik acayip bir şey ya, ben de mi deliyim yoksa 😺
Modern dünyada benlik ile imaj, kalabalığın ortasında saklambaç oynuyorlar dense yeridir, hiçbirinin de 'sayım suyum yok' deme hakkı kalmadı. Kendimiz değiliz, kendimizde değiliz artık.
Namık Kemal, "Dün hak bildiğimiz şeye bugün batıl deniliyor, bugün hata dediğimiz şey yarın savap oluyor." ("Hukuk", İbret, 19 Haziran 1872) dediğinde ufku ne kadar aydınlıkmış, anladım.
Kimi insanlar üzerinde yansız bir yargıda bulunabilmek için, her şeyden önce önyargılarımızdan ve bizi çevreleyen insanlara ve nesnelere karşı edindiğimiz gündelik alışkanlıklarımızdan kurtulmamız gerek.
Aldous Huxley daha önce okumadığım bir yazardı. Cesur Yeni Dünya kitabı ile kendisiyle tanışmamız gerçekleşmiş oldu. Yazarın edebi hayatı yirmili yaşlarında şiir ve öykülerle başlamış. Çağdaş toplumun kusurlarını zekice olduğu kadar, acımasızca yargıladığı da görülmektedir. Yazar, en bilindik eseri Cesur Yeni Dünya'yı 2. Dünya savaşı öncesinde toplumun tehlikeli bir şekilde kontrolden çıkmakta olduğu hissiyatı ve düşüncesiyle 1932 de yazdı.
Bu eser teknolojinin tek gerçeklik, duyguların ise uzak durulması gereken kavramlar olduğunu karakterler üzerinden bizlere anlatan distopik bir roman. Aile kavramının yozlaşma göstergesi olarak algılandığı bir çağ üzerinden soma adı verilen hap sayesinde herkesin mutlu olduğu ve hayattan aşırı keyif aldığı bir sistem üretiliyor.
İnsanlar makinelerde doğuyor ve üretim kalitesine göre sınıflara ayrılıyor. Fakat bu sistemin dışında uzak bir yerde daha farklı hayat süren başka bir topluluk daha var. Bu topluluğun sürdüğü yaşam ise teknolojinin egemenliğine alternatif olarak kendini gösteriyor.
Zaman zaman ilerlemekte zorluk çeksem de sesli kitap sayesinde bitirmeyi başarabildim. Cesur yeni dünya sorgulayıcı ve şaşırtıcı bir kitap olarak tanımlanabilir.
Gecenin üçüdür en uygun zaman bahse girerim düşünün sabah çok yakın oysa ışıltı yok ortalıkta nerdeyse gece bitmiş ama sürmekte karanlık henüz uyanmış bazıları henüz uyumamış bazıları İsmet Özel
Ey kadın, kalemin yoksa yazmaya dilin de olmasın konuşmaya!
Günlük yaşamda karşılaştığımız pek çok kişi, şans eseri dinleme olanağı bulabildiğimiz hikâyeler gibidir, bırakınız tanımayı, onlarla ikinci kez buluşamadan gündemimizden çıkıveriyorlar.
Bu kitabın beyaz perdeye aktarıldığını biliyor muydunuz?
Orjinal adı parfume olan film İspanyanın Figueras, Girona ve Barselona şehirlerinde çekilmiş. Doğanın güzelliği bir nakış gibi işlenmiş çekimlerde ve detaylarda kayboluyor insan seyrederken. Kokulara karşı alışılmışın dışında duyarlılık gösteren Grenouille, gerçek bir dâhidir. Yeni baştan yaratacağı bir insan kokusunu elde etmek için insanlara gereksinimi vardır. Bu arayış ve kokuları tamamlama süreci birçok cinayeti de peşinde götürür. Bir trajediyi anlatmakta olan film derinlemesine incelemeyi ve düşünmeyi gerektiriyor. İnsan psikolojisinden tutun da sosyolojik duruma kadar her alana dokunuyor.
Koku hafızası diye bir şey vardır. Buna inanıyorum. Birçok kez bu hissi yaşadım.
Eminim kitabı okumak filmden daha heycan verici ve ilgi çekicidir. Yine de izlemeyenler için filmi de önermek isterim.
Bu kitapların filmini seyrettiniz mi? Son zamanlarda seyrettiğim en başarılı filmler arasında yerini alabilir Rüzgar Gibi Geçti. Batı edebiyatının dünyaca ünlü tarihi roman kitabıdır. 1939 yılında kitaptan filme uyarlanmış ve zamanında Türkiye’de en çok bileti satılan film olarak da tarihe geçmiştir. Filmin baş karakteri Skarlet; çok güzel, sevecen, erkekleri kendine hayran bırakacak derecede etkiye sahip olsa da asıl özelliği cesur ve zeki oluşudur.. Güneyli Skarlet’in hayatı iç savaştan hemen önce Ohara çiftliği Tara’da başlıyor. Toprağın hayatları için ne kadar değerli olduğunu babası şu sözleri ile Skarlet’e henüz filmin başında anlatıyor. "Uğruna savaşmaya değecek tek şey topraktır. Çünkü kalıcı olan tek şey odur. Bir İrlandalı için toprak anası gibidir. Uğruna herşey verilen tek şey topraktır Skarlet, bunu unutma." Ve Skarlet bu sözleri asla unutmayacaktır. Kuzey-Güney Savaşı, kölelik, ölümler, acılar ve Skarlet’in sonsuz hırsını barındıran film, aslında çok büyük bir aşk hikâyesidir. Skarlet çocukluk arkadaşı Asley’e karşı büyük sevgi hissetmektedir. Asley ise Skarlet’ in güzelliğinin yanında zayıf ve sönük kalan kuzeni Melani ile evlenir. Zamanla Skarlet için bu durum bir tutkuya dönüşür. Bu arada tanıştığı Ret Butler, yakışıklı, kumarbaz, dobra ve güneyin o yıllardaki katı kurallarına göre, bakışları ile bir çok kadının iç gıcıklayıcılığı dışında cesur denilecek etkiye de sahip bir adamdır Skarlet "ne biçim bakıyor, sanki gözleriyle soyuyor insanı" diyecektir onun gözleri ile karşılaştığında. Film ikiye ayrılabilir, savaştan önce ve savaştan sonra. İki bölüm de ayrı şahanelikte. Keyifli okumalar ve seyirler. . .
Dirseklerini pencerenin pervazına dayamış, yüzü avuçlarının arasında, bir tekerlek gibi ışıldayan ayın üzerine doğru yuvarlanmasını izliyordu. Geceye sığınan rüzgâr burnunu yalayıp geçiyor, gökyüzü kalbine bir taksi çağırıyordu. Daha gidecek çok yolumuz var... @huriyecap
upuzun bir yılan gibi çevreliyor dünyayı kelimeler mezarlıklara başımızı sokmuş, ölü yiyoruz hâlbuki biz birbirimizi severdik hatırla sana bir şey olsa, günlerimin beti benzi atardı bir bardak dua getirirdin sen de bu soğuk iman girmeden göğsümüze
çelik yeleği delindi hainin, akan kan mı sandın fareler aktı yere bir kurşun alnından geçti şehidin "Peygamberin eli ne serinmiş" dedi o an şehidin ne sandın
yumruğuna bak, orada sımsıkı bir bomba var kime doğru savursan yırtar sen, cesaretin de resmi olsun diye yaratıldın ne sandın
kuşlar! gökyüzü size tokat atsa ne yapardınız başınızı kaldırmanız yasaklansa. kanatlarınız rüzgârın karısı değildir artık hangi avcı sana "sen"den daha fazla zarar verebilir bense kuş olduğuna inandırılmış bir kuş resmiyim tanrım ölüyken bu kadar kanatla ne yapacağım
Izdırabın sonu yok sanma, bu alem de geçer Ömr-i fani gibidir, gün de geçer, dem de geçer Gam karar eyliyemez Hande-i Hurrem de geçer Devr-i şadi de geçer, gussa-i matem de geçer Gece gündüz yok olur, An-ı dem Adem de geçer
71- De ki: "Allah'ı bırakıp da, bize ne fayda veren ne de bize zararı dokunan şeylere mi tapalım? Ve Allah bizi hidâyete erdirdikten sonra, ökçelerimiz üzerinde geriye (küfre) mi döndürülelim? O kimse gibi ki, 'Bize gel!' diye kendisini hidâyete da'vet eden arkadaşları varken, şeytanlar onu yeryüzünde şaşkın bir hâle düşürmüştür." De ki: "Şübhesiz Allah'ın hidâyeti, hidâyetin ta kendisidir. Ve bize, âlemlerin Rabbine teslim olmamız emredildi."
yüzünü bir görgü kuralı gibi taşıyorum benim mırıltım kapıyı çalınca uyuyakalan dudaklarını da ovaların düzlüğünden koruyorum seni duvar kağıtlarından ve bir bardak sudan