ve şimdi zaman beynime ölü bir kediyi sokuştururken seni düşünmek cesetler ortasında keskin bir kokuyu bir gülle bölmek gibi gecenin herkesi bir yorgan gibi örten yüzüne sarılmak unutmak gibi evet unutmak ki doğmakla elimizden alınan o sessiz körlüğe kavuşmaya benzeyen bir yanı var mutsuzluğun dibinde inciler bulmaya çalışmanın saçmalığı renkli bir şeker gibi ayartırken çocukluğumdan kalma yanımı kör bir bıçakla yontuyorlar neredesin demiştim duyan var mı sesimi bu uzayan uzayan ve uzadıkça boynumu sıkan boğazıma tüylü bir hışırtıyla yürüyen örümceklere tenime oyuklar açıp kalbime yürüyen böceklere benzeyen gecenin içinde yalnızım demiştim oysa gelirdin yaşama her yanıyla koşan etinle varoluşun tüm boşluklarını doldurmak gibi bir şeydi yürüyüşün bitmez bir yolda bitmez bir sancıyı tüketirdi oysa öyle gece ki her yer sesimi yitirmek gibi bir kuş kondu kelimelerime ellerimden uçup gitmeyen gözleri oyuk bir kuşun yalnızlığıyım ben bir türlü bir yere varamayan bir gidiş var içimde ölüp ölüp sapsarı bir kokuyla dudaklarımı okşayan çürük bir gelin var içimde durmadan uzandığım bir halat var boynumun özlediği bir yerdeyim ki kutsal kitaplardan sıkılan bir peygamberin kimsesizliği kadar bırakılmışım deyip önce kendimi uzaklığa alıştırmanın çaresizliğini beni duvar duvar büyüyen bir mesafenin artmayan eksilmeyen deliliğiyle ağır hantal yorgun sıcak ıslak devasa bir ağız gibi yutuşuna evet mi demeliyim bilmeden kendimi akıp giden boşluğa bırakıyorum ışık daha yakın şimdi biliyorum her an her an her an daha az bilerek