Son kuşlar da göçtü. Duvarlarda seslerin izi söndü. Silindi geceyi gündüzden ayıran çizgi, böcekler öldü toprakta ve yağmur kurudu çoktan.
Ellerinin engebeli coğrafyasına sığındım, kaçarsam bağışlardın çünkü, ağlarsam okşardın, susarsam susardın... Yorgunluk sırtını yaslardı sırtımıza, kırgın bir dil oluverirdi suskunlukla aramızda. Senin saçların güvercinler olurdu rüzgârda, uçuşup duran, bir gün göçecek olan...
Ölüm, ölüm... Cesetten bir güneş gibi tepemizde... Kibirli bir merhem gibi, sağaldığını göstermezdi yaranın. Ölüm, ölüm... Terli bir rüzgâr gibi hiçlikten ve boşluktan bir örtüydü, ömrün kadim ninnisi...
Soluk renkler arasından ansızın, anılardan bir bahçe belirdi. Beyaz bahar yapraklarında zaman unutulmuştu. Gülüşünün çarptığı duvarlarda çiçekler açtırdım, harflerden çiçekler... Sayfalarda bu kez ben doğurdum seni. Kırmızı kelimelerle ödedim kanını. Bir mezardın, bir ölüydüm, çok sonra anladım.
Son kuşlar da göçtü. Duvarlarda seslerin izi söndü. Silindi geceyi gündüzden ayıran çizgi, böcekler öldü toprakta ve yağmur kurudu çoktan.