Minik Kitap Kurtları
1. Sınıflar için okuma ve anlama seti olarak başlayan bir hikâye serisi. ...
1. Bölüm

Gezi Turu

19 Okuyucu
3 Beğeni
0 Yorum
Günaydın çocuklar. Herkesin kimlik kartı ve bileti yanında mı?
- Ben çok heyecanlıyım öğretmenim. Bütün gece uyuyamadım, diye cevap verdi Onur.
- Evet, öğretmenim hepimiz kontrol ettik. Sabırsızlıkla uçağın kalkma saatini bekliyoruz, diye ekledi Bilge.
Okulun düzenlediği şehir dışında gezi turu bir ilkti. Daha önce böyle bir tecrübe yaşamamışlardı. Onlar için farklı bir kültür aktivitesi olacaktı.

Yaşadıkları şehir küçük ama bir o kadar da şirindi. Havası tertemiz, her yer yemyeşil, tıpkı cennet gibiydi. Rize dışına çıkacak olmaları heyecan verici bir duyguydu.
Uçağa bindiklerinde ilk anons duyuldu:
- Uçağımız kalkış için hazır bulunmaktadır. Lütfen kemerlerinizin bağlı olduğundan emin olunuz. Bir sonraki anonsa kadar koltuklarınızdan kalkmayınız.
Uçak gökyüzüne doğru havalandığında:
- Hey! Şuraya bakın. İnsanlar, evler, arabalar ne kadar da uzak. Karıncalar kadar mini minnacık görünüyorlar, diye seslendi Mustafa.
Gerçekten de uçak havalandıkça, yaşadıkları şehir git gide küçülmeye başlamıştı.

Bilge, Onur ve Mustafa yan yana oturuyorlardı. Mustafa cam tarafında bulunduğu için neşesi yerindeydi. Uçak bulutların arasından geçerken kendilerini pamuk tarlasında gezintiye çıkmış gibi hissettiler. Bilge içindekini dile getirdi:
- Sizce de bulutlar pamuk tarlasına benzemiyorlar mı?
Onur gülümseyerek karşılık verdi:
- Sanki bazıları patlamış mısır gibi çok güzel görünüyorlar, dedi.
Aradan yaklaşık 2 saat geçmişti. Uçak iniş için hazır sayılırdı. Uçağın iniş yapacağı pist, İstanbul Sabiha Gökçen Havalimanı idi.

- Sabiha Gökçen Türkiye'nin ilk kadın pilotlarından biridir, dedi Murat Öğretmen. Ve konuşmasını sürdürdü:
- Bu havalimanı da adını ilk Türk kadın pilot olan, Sabiha Gökçen' den almıştır.
Bilge cebinden çıkardığı küçük not defterine bu bilgileri not aldı. Sonra hep beraber metro istasyonuna doğru yürümeye başladılar.
- Çocuklar, hepiniz çantanızdan şapkalarınızı çıkartıp takın lütfen. Birlikte hareket etmemiz ve kaybolmamız için bu çok önemli.
Öğretmenlerinin sözünü dinleyip şapkalarını taktılar. Şimdi bir ekip oldukları daha net belli oluyordu.

Metro istasyonunda beklerken:
- Biz turist miyiz öğretmenim? diye, seslendi Onur.
- Evet, ama yerli turist, diye açıklama yaptı Murat Öğretmen. Ve sözlerini sürdürdü:
- Kendi ülke sınırları içinde gezi yapanlara yerli turist denir çocuklar.
Metro tıklım tıkıştı. Yolcular bir duraktan inip, başka bir durakta yine metroya doluşuyorlardı. Görünen o ki İstanbul çok kalabalık ve büyük bir kentti.
İlk güzergâhları Oyuncak Müzesi oldu. Oyuncak Müzesi’nde binlerce oyuncak yer almaktaydı. Bu müze, şair Sunay Akın tarafından kurulmuştu. Sunay Akın çeşitli ülkelerden topladığı oyuncakları müzesinde sergilemekteydi.

Müzeyi büyük bir merakla gezip incelediler. Mustafa arkadaşlarına döndü ve onlara:
- Bir gün benim de bir müzem olmasını çok isterim, dedi.
Onur merakla sordu:
- Peki, müzende neler sergilerdin? Ne müzesi oluşturmak isterdin Mustafa?
Bu soru karşısında tüm arkadaşlar birbirine baktılar. Gelecekte kurmak istedikleri müze hakkında düşünmeye başladılar.
Kalem müzesi, uçurtma müzesi, resim müzesi... Her kafadan bir ses çıkıyordu. En ilginç fikir Bilge'den geldi.
- Gülücük Müzesi diye sevinçle seslendi. Mutlu çocukların gülüşlerinden oluşan bir müze düşünsenize... Şahane değil m
Oyuncak müzesinden çıktılar. Çocukların şansına hava çok güzeldi. Vapur iskelesine gitmek için yol aldılar.
Deniz masmaviydi. Vapur, denizin üzerinde dans eder gibi sallanıyordu. Vapurda onları bekleyen bir sürpriz vardı. Dev bir palyaço komik şarkılar söylüyor, dans ediyordu. Çocuklar etrafında toplamış, kahkahalar atıp, alkış tutuyorlardı.
Murat Öğretmen bir an için Mustafa'yı göremedi. Mavi şapkalı öğrencileri saydı. Bir kişi eksikti. Tekrar saydı. Yine bir kişi eksikti.

Telaşla etrafına bakındı, Bilge ve Onur'un yanına gelip onlara:
- Çocuklar Mustafa’yı gördünüz mü? Diye sordu.
Bilge cevap verdi:
- Öğretmenim az önce yanımdaydı. Nereye gitmiş olabilir ki?
Onur bir açıklamada bulundu.
- Acaba etrafa dağılıp aramaya mı başlasak?
Murat Öğretmen:
- Hayır, çocuklar sakın yerinizden ayrılmayınız. Dağılırsak kayboluruz. Birbirimizi bulmamız çok zaman alır, dedi.
- Peki, ne yapacağız öğretmenim diye üzüntüyle karşılık verdi Bilge.

Tam o sırada kalabalığın içinden mavi şapkasıyla biri ayağa kalktı. Bu Mustafa olmalıydı. Hızlı adımlarla yanına gittiler.
- Nereye kayboldun Mustafa? Bizi çok korkuttun, diye söylendi Onur.
Mustafa şaşkın, şaşkın cevap verdi:
- Bir yere gitmedim ki! Ayakkabımın bağcığı çözülmüştü, onu bağlamak için iki saattir uğraşıyorum, dedi.
Bilge Mustafa’nın ayakkabısına bakarak:
Sanırım bağlayamamışsın. Baksana düğüm yapmışsın bağcığını, dedi.
Bunun üzerine hep beraber gülmeye başladılar.

Vapur artık Karaköy İskelesi’ne yaklaşmıştı. İstanbul o kadar güzel görünüyordu ki, hayranlıkla bu manzaraya bakıyorlardı. Öğretmen sağ eli ile işaret ederek:
- Şuraya bakın çocuklar. Bu gideceğimiz yerin adını bilen var mı? Diye, sordu.
Arka taraftan cılız bir ses duyuldu:
- Buradan biraz uzak görünüyor. Yanına yaklaşırsak cevap verebilirim öğretmenim.
Gökyüzündeki martılar sanki bu sorunun cevabını biliyorlarmış gibi kahkaha attılar. Şaşırtıcı belki ama martıların sesi bazen gerçekten de kahkaha gibi çıkıyordu.

Galata Köprüsü'nün altından geçen vapur biraz sonra iskelede durdu. Yol boyunca hiç bir şey yemedikleri için acıkmışlardı. Bulundukları yer karınlarını doyurmak için harika bir yerdi. Büyük bir iştahla balık ekmeklerini yemeye başladılar.
Onur lokmasını yutunca:
- Balık ekmek partisi için teşekkür ederiz öğretmenim, diye seslendi.
- Hiç bu kadar lezzetli balık ekmek yememiştim diye, ekledi Bilge.
Murat Öğretmen bu anı kayıt altına almak için fotoğraflarını çekti. Gülümseyerek poz verdi herkes. Sanki Bilge’nin gelecekteki Gülücük Müzesi için bir hatıraydı bu kare.

- Haydi! çocuklar erken kalkan yol alır, dedi Murat Öğretmen.
Gün bitmeden geziyi tamamlamak istiyorlardı. Ama İstanbul bir günde gezilemeyecek kadar büyük bir şehirdi.


Sonunda varmak istedikleri yere geldiler. Bilge neşeyle seslendi:
- Hep televizyondan ve kitaplardan resmini görüyordum. Gerçek hâli ne kadar da görkemliymiş.
Onur kulenin taşlarına dokunarak incelemeye başladı. Kulenin bütün gövdesi taşlarla kaplıydı.


Her katı gezerek incelediler.
- Ben en çok kulenin balkonunu merak ediyorum diye bir ses yükseldi arkadan.
- O zaman balkonu çok bekletmeyelim buyurun ziyaretine gidelim, dedi yanıt verdi öğretmen.
Kulenin etrafını çepeçevre saran balkon daracıktı. Neredeyse tek sıra halinde dolaştılar balkonu. Onur parmak kaldırarak söz aldı.
- Hezârfen Ahmed Çelebi uçma deneyini burada mı yapmış yani? Diye soru sordu. Bir yandan da aşağıyı süzüyordu. Çünkü oldukça yüksekteydiler.

- Hatırlarsanız bu konuyu derste işlemiştik. Hezarfen Ahmed Çelebi uçmak ve havacılık alanına çok ilgi duyardı. Ayrıca matematik ve astronomiye de meraklıydı diye, açıklama yaptı Murat Öğretmen. Ve ekledi:
- Yani başarıya ulaşmanın yolu neymiş çocuklar?
Selin söz alarak:
- Denemek ve asla vazgeçmemek öğretmenim.
Sonra Mustafa devam etti:
- İstemek de başarmanın yarısıdır öğretmenim. Annem bunu bana hep söyler, dedi.

Murat öğretmen çocukları kollarının arasına aldı. Onları kucaklayarak:
- Belki başka bir gezide yeniden bir arada olabiliriz diye müjdeli sözcükler söyledi. Ama uçağın kalkış saatine kadar, görmemiz gereken daha çok yer var diyerek gezi rotasını açıkladı:
- Topkapı Sarayı, Ayasofya Cami ve Yerebatan Sarnıcı….
Yorum Yapın
Yorum yapabilmeniz için üye olmalısınız.
Yorumlar