Nobel ödüllü yazar Anatole France, Tanrılar Susamışlardı’da, Fransız İhtilâli’nin terör yıllarını, kendi çocuklarının başını yemek konusunda iştahı hiç tükenmeyen ihtilâlin keskin bıçağı giyotinin cömertçe inip kalkışları ve tutkulu Evariste Gamelin’le ölçülü Elodie’nin aşkını merkeze alarak büyük bir ustalıkla anlatmış, ihtilâl mahkemelerinde körelmiş vicdanların, soğuk nazarların, yolundan sapmış bir hukukun gölgesinde sel gibi akan insan kanının boğduğu kardeşlik ülküsünün trajik sahnelerini canlandırmıştır. Bu selin boğdukları arasında sadece sesi ve hâtırası hiç bilinmeyen, bilinmeyecek kurbanlar değil, daha kimler vardır: Danton, Desmoulins, Hébert, Chaumette ve nihayet bozulmaz ahlâklı Robespierre... Hepsi, yarattıkları bir aşırılık canavarının pençesinde kanlı ihtilâller çığırının şöhretli kurbanları olarak tarihe geçmişlerdir. Fransız İhtilâli’nin bu en şiddetli safhasını anlamak konusunda rehber olan Tanrılar Susamışlardı’yı, Hüseyin Cahit Yalçın’ın selis Türkçesiyle sunuyoruz.
"Kendimizi hemen hemen hiç tanımıyoruz. Başkalarının ne olacağını da hiç bilmeyiz. Mutlu olmak mı istiyorsun, bilmeyeceksin, gönlünü yalanlarla avutacaksın."
"Artık, ölümlü bir kralın zulmünden kurtulan Fransızların, kraldan çok daha zorba, çok daha zalim olan bir ölümsüzün boyunduruğu altında kalmakta ısrar edişi pek ilginç."
"İnsanların vahşetlerini, öfkelerini, hatta pintiliklerini rahatça itiraf ettikleri halde korkaklıklarını her zaman gizlediklerini iyi bilirdi. Çünkü en uysal toplumda bile, bir takım vahşi insanlar korkaklara saldırmayı severdi."
"Bir insanın onlardan farklı düşündüğü hâlde yine de iyi, suçsuz bir insan olabileceğini kabul edemiyorlardı. Doğruluğun, bilgeliğin ve en yüce iyiliğin kendilerinde olduklarına inandıklarından, başkalarına yanılgı ve kötülükten özge bir şey yakıştıramıyorlardı."
Fransiz Ihtilali döneminde geçen bir hikayeden bahsediliyor kitapta. Konu daha çok romantizm kurgusu gibi görünse de ilk bakışta, aslında devrimin arka planı anlatılıyor.
Yazar, devrim sırasında toplumdaki yozlaşmaya ve değişimin getirdiği negatif yönleri de göstermek istemiş. Özgürlük uğruna hümanizmin yok sayıldığını ve insanların her şeye gözlerini kapattığını anlatmak istemiş. Ancak kitap boyunca gelişen bir yozlaşma göremedim. Kral döneminde de, devrim zamanında da insanlar hep yozlaşmış bir şekildeydi zaten. Kralcılar da Jakobenler de kendilerinin en iyi olduklarını savunuyorlar ancak iki taraf da yalnızca karşı tarafı yeryüzünden silmeye çalışıyor. Iki taraf da kendi çıkarları uğruna egemen olan rejimin gücünü suistimal etmeye çalışıyor. Insanın çirkin yanı hiçbir ideolojiyle silinemiyor.
"Peder, görüyorsunuz ya! İnancınız sizi nerelere sürüklüyor. Bütün gerçeği kendi teolojinizde bulamamaktan memnun olmakla birlikte, sizin gibi düşünmeyen büyük dahilerin yapıtlarında da, bu gerçeklerden hiçbirine rastlamak istemiyorsunuz."